Bugün Foreign Policy'de çıkan iki Türkiye analiziyle yazıma başlayacaktım ki… Önceki gün DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın Fox TV'de kurduğu şu cümleler dikkatimi çekti: “Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ben ayrıldıktan sonra çok zor dönemler yaşadı. Bakanken Erdoğan'dan aylarca randevu alamadı. Erdoğan; sistemden uzaklaştırdığı, meydanda yuhalattığı Şimşek'in ismini kullanmaktan medet umar hale geldi. O kadar panik içinde.”
O zaman aklıma şu soru geldi:
Peki Erdoğan neden Şimşek'le iki kez görüştü ve ikna etmek istedi?
Hatırlayalım:
Erdoğan 21 Mart'ta, AKP Genel Merkezi'nde Şimşek'le görüştü. Akşam yapılan bu görüşme AKP cenahında “heyecan” yarattı. Kameralar dizildi ve Şimşek'in “Evet yeni dönemde partimin ekonomi politikalarında önemli görevler alacağım” cümlesini kurması beklendi. Olmadı! Şimşek yerine kameraların karşısına AKP Sözcüsü Ömer Çelik çıktı. Bu arada öğrendik ki Şimşek, tedavi sürecinin devam ettiğini ve yeni dönemde görev almak istemediğini Erdoğan'a iletmiş.
23 Mart'ta da Erdoğan katıldığı NTV yayınında, Şimşek ile yaptığı görüşmeyi “ekonomik gelişmeler konusunda fikir alışverişi” diye tanımladı.
Sonrasında da Erdoğan ile Şimşek'in bir kez daha görüştüğü iddia edildi. 6 Nisan'da da Erdoğan yine bir canlı yayında şu bilgiyi verdi: “Uzun yıllar ekonomi yönetimimizde yer alan Mehmet Şimşek kardeşimizin koordinasyonunda bir ekip, bu doğrultuda hazırlıklar yapıyor.”
Ancak… Önceki gün Babacan'ın “Çok zor dönemler yaşadı. Erdoğan'dan aylarca randevu alamadı” açıklaması kafaları karıştırdı!
DEVA liderinin programının olduğu (sabah canlı yayın) akşam bazı iş insanlarıyla sohbet ettim. Şimşek'in yakın çevresine şu cümleleri kurduğunu öğrendim:
“Sayın Erdoğan ben bakanken beni dinlemiyordu. Şimdi, lütfen, nasıl ve neden dinleyecek?”
Bir soru daha var:
Erdoğan ile Şimşek'i buluşturmak isteyen kadrolar iki ismi nasıl bir araya getirdi? Acaba Şimşek'e, “Sayın Erdoğan sizinle görüşmek istiyor” ya da Erdoğan'a “Mehmet Bey sizinle görüşmek istiyor” bilgisi mi verildi? Yine bir “kandırılma” hikayesi mi var?
Şimdi geçelim ABD “derin devletinin” yayın organlarından Foreign Policy analizlerine.
ABD'nin CHP liderinden istekleri
Dün yazdım… Steven Cook, “Türkiye seçimlerini ya Kemal Kılıçdaroğlu kazanırsa” başlıklı analizinde, Erdoğan'ın daha şanslı olduğunu anlattı ve CHP liderine bir dizi eleştiriler yaptı. Analizin tarihi 14 Nisan'dı ve Foreign Policy yazıyı ara ara sosyal medya hesaplarından paylaşmaya devam etti. 17 Nisan saat 15.02'de “Kılıçdaroğlu eleştirileri” bir kez daha ABD dış politikalarına yön veren yayın organı tarafından gündeme getirildi. ABD medyasını ve düşünce kuruluşlarını yakından takip eden bir gazeteci dostum “Türkiye'yi hâlâ doğru okuyamıyorlar” dedi ancak… Cook aslında ABD'nin taleplerini iletti Kılıçdaroğlu'na!
Örneğin…
“… Kılıçdaroğlu, ‘ifade, düşünce özgürlüklerini güçlendirme' sözü veriyor. Ne var ki bu yeni liberal açık görüşlülüğün Kürt milliyetçileri ve Gülencileri kapsayıp kapsamayacağı belli değil.”
Bir: PKK ve FETÖ'ye özgürlük verin.
Örneğin…
“… AKP gibi, Kılıçdaroğlu ve ekibi de Suriyeli sığınmacıları ülkelerine göndermek istiyor.”
İki: Sığınmacıları gönderme.
Örneğin…
“… Kılıçdaroğlu, Kürt sorunu konusunda parti içinde olumlu bir değişikliğe öncülük etti. Çözüm için göstermelik öneriler sunacak olan akiller konseyi olarak adlandırdığı çözümü yaratıcı değil ve topu taca atma çabası olabilir.”
Üç: Kürt sorunu çözümünde samimi ol.
Örneğin…
“… Eğer kazanırsa cumhurbaşkanı olarak Kılıçdaroğlu'nun ilk ziyaretlerinden biri Şam'a olursa kimse şaşırmasın.”
Dört: Suriye lideri Beşar Esad'la görüşme.
Örneğin…
“… İlginç bir şekilde, Millet İttifakı platformunda ABD'den bahsedilmiyor. Kılıçdaroğlu'nun son 10 yılda Washington'u iki kez ziyaret etmesi dikkat çekiyor. Bu kaçamak ziyaretler…”
Beş: ABD ile açıktan görüş.
Bu yazıyı hazırlarken Foreign Policy'de çıkan bir yazı, işleri daha da karmaşık hale getirdi. Halil Magnus Karaveli imzası taşıyan “Türk Muhalefeti İşçi Sınıfı Olmadan Kazanamaz” başlıklı makalede, şu ifadeler kullanıldı:
“Seçimleri belirleyecek üç seçmen grubu var: Milliyetçiler, Kürtler ve işçi sınıfı. Özellikle Erdoğan yanlısı Türk basınında, Kılıçdaroğlu ve PKK arasında bir bağ olduğuna dair haberler, imajı zedeliyor. Elbette ki terör örgütü PKK sözcülerinin açıklamaları veya HDP'li Ahmet Türk'ün ‘Öcalan'ı serbest bırakacağız' sözleri, Kılıçdaroğlu'na daha da çok zarar veriyor. Ama tabii ki seçimi kaybetmemek ve ikinci tura kalsa bile kazanmak istiyorsa, en çok yapması gereken şey işçi sınıfına sahip çıkmak.”
SONUÇ: 14 Mayıs için birçok analizde “En önemli seçim” deniliyor. Dünya basını, düşünce kuruluşları ve “derin” dünya Türkiye'nin yeni dönemine hazırlık yapıyor. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu yeni döneme hazır mı? Danışman kadroları ne yapıyor? Anlayacağız!
Gönder