Günümüz gençliği, ülkemizin hangi badireleri atlatıp, bugünlere nasıl geldiğimizi nereden bilsin? Sittin seneyi aşkın o netameli yılları, kitaplardan veya hatıralardan okuyabilir veya büyüklerden dinleyebilir ve kısmen öğrenebilirler ama yaşamadıkları için, o kaotik günlerin ıstırabını yüreklerinde hissedemezler.
2. Büyük Savaş’tan sonra ülkemiz ABD’nin güdümüne sokuldu. ABD, iktidara gelse de asla muktedir olmayan, olamayan başbakanlarımızla kedinin fareyle oynaması gibi oynadı.
Bu hazin durumun tipik örneği, (kendi tabiriyle) altı kere gidip yedi kere gelen Süleyman Demirel’dir. Demirel’in de, diğer başbakanlar gibi, sözde iktidarları ‘iğneli fıçıda’ geçti.
Ne vakit yerli ve milli bir karar aldılarsa, ABD’nin hışmına uğradılar.
Malum dünyanın 2. büyük taksiminde Türkiye, NATO’ya dahil edildi; yani ABD’nin uydusu yapıldı.
Dünyada Sovyet (komünizm) tehdidi vardı ama bu durum Türkiye ve diğer NATO ülkeleri için söz konusu değildi. Tehdit olarak gösterildi lakin ABD ile Sovyetler, kendi nüfuz sahalarında anlaşmışlardı. Sovyetler, NATO üyesi olmayan doğu Avrupa ülkelerini (Polonya, Çekoslovakya, Bulgaristan; Romanya, Doğu Almanya vb.) kendi hegemonyasına aldı. Zira bunların hiçbirisi NATO ülkesi değildi.
ABD, sürekli olarak, Sovyetleri Türkiye için ‘öcü’ olarak gösterdi. Ülkenin her tarafında Komünizmle Mücadele Dernekleri kuruldu. (F. Gülen de bu derneklerden ülkenin başına bela edildi!)
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın; ‘Bu kış komünizm gelecek!’ sözü hâlâ hafızalardadır.
ABD ve onun içimizdeki vesayet odakları (sivil ve asker), sürekli olarak, komünizm tehdidiyle veremi göstererek milletimizi sıtmaya razı ettiler. Bu sıtma hastalığı, bulaşıcılığının yanında, ‘kinin’siz (sıtma ilacı) olup, ölümcüldü!
Süleyman Demirel yırtınıyor: ‘Bu ülkede her gün binlerce çocuk doğuyor. Bunlara iş ve aş lazım. Bütçe sürekli açık veriyor. Delik kocaman, yama küçücük. Tek seçeneğiniz, dışarıdan borç para bulmak. Bunu bulamıyorsunuz. ABD, kendisi vermiyor ve diğer ülkelere de verdirmiyor. Dışişleri Bakanımı (İhsan Sabri Çağlayangil) İsviçre’ye yolladım; borç istedik, vermediler. Merkez Bankamızdaki altınları rehin verelim dedik, bunu bile kabul etmediler!’
Sonrası malum, IMF’ye mahkûm ettiler. Bir borç bitmeden diğerini aldılar ve ülke, borçların faizini bile ödeyemeyecek duruma düşürüldü.
Bilindiği üzere; IMF’nin borç vermesi, emir vermesi ve ülkeyi yönetmesi anlamına gelmektedir.
Kemal Kılıçdaroğlu da derin bir gaflet içinde; kendisi seçilirse, ‘300 milyar dolar borç alabileceğinin’ propagandasını yapıyor. Borcun, ne karşılığında verilebileceğini söylemiyor.
Tıpkı HDP’nin kendisini desteklemesi karşılığında verdiği ödünleri söylemediği gibi...
AK Parti’den önce, bu zihniyetin yönettiği ülke ekonomisi iflas etmişti. Bankaların içleri boşaltılmak suretiyle batırılmış (22 banka), gecelik repo faizleri 7.500’lere çıkmıştı.
Erdoğan’ın yönetimindeki AK Parti iktidarları, IMF’e olan 23.5 milyar dolar borcu geri ödedi ve IMF’den bir daha borç almadı; emir de almadı.
O günlerde, döviz yokluğundan, dış temsilciliklerimizdeki memurlarımızın maaşlarını bile ödeyemiyorduk.
Erbakan Hoca’nın tabiriyle; ‘Değil yeni yol yapmak, asfalt yolların patlağını bile tamir edemiyorduk!’
O günlerden, bir de bu günlere bakın; bu ülke nereden alındı, nerelere getirildi!
Kendi savaş uçağımızı, kendi tankımızı, kendi helikopterimizi, kendi otomobilimizi, kendi uydumuzu, kendi SİHA gemimizi, kendi SİHA’larımızı, kendi Kızılelma’mızı üretir ve satar hale geldik. Dahası; kendi doğalgazımızı bulup ev ve işyerlerimize getirdik.
İktidar tüm bu hamleleri yaparken tam bağımsızlığa yelken açıyor; muhalefetse ülkemizi ABD’nin ve yandaşlarının uydusu yapmak için çırpınıyor.
Gönder