adscode
adscode

Mektuplaşma dönemi bitti mi

Mektuplaşma dönemi bitti mi

Mektup türünü çok severim. Yazarların, sanatçıların dostlukları, kişiliği hakkında eserlerine de yansıyan bilgiler bulurum mektuplarda.

Çalışmalarından birbirlerini haberdar ettikleri için yazdıklarının, yarattıklarının oluşumu konusunda da okura yardımcı olurlar.

Benim bu mektuplar arasında en dikkatle okuduğum Behçet Necatigil ile Kâmuran Şipal’in mektuplaşmalarıdır.

Nâzım Hikmet ile Kemal Tahir’in yazışmaları da Kemal Tahir’i yakından tanıdığım için fazlasıyla ilgimi çeker.

Hiç kuşkusuz başka tanınış yazarların da bu türdeki çalışmaları önemlidir. Yazarlar, sanatçılar arasındaki dostluk belki de bu mektupların en etkileyici yanıdır.

Mektuplaşma dönemi bitti mi

Bugün böyle mektuplaşmalar oluyor mu? Pek sanmıyorum, çünkü teknoloji kâğıdın işlevini yavaş yavaş azaltıyor. Yazarlar, sanatçılar mektup türünü pek kullanmıyorlar.

Benim antetli mektup kâğıtlarım ve zarfların hâlâ var. Eskiden sanatçıların adının olduğu zarf ve kâğıtlar da vardı.

Seçtiklerim arasında zarf ve kâğıtta Mozart’ın operalarından nota kullanılmıştı.

Mektupta yer alan mürekkebin rengi bile bir simgeyi oluştururdu.

Sinema anlayışını, kendisini sevdiğim Halit Refiğ ile ilgili bir kitap bu türe yeniden sevgiyle yönelmemi sağladı.

Erol Cihangir’in hazırladığı ‘Halit Refiğ’e Mektuplar’.

Kitaptaki ilk mektup Metin Erksan’dan:

“Halitciğim, tek dostum, sevgili kardeşim, gittiğin gün, havaalanında seni yerde gözden kaybedince, İsmet anneyle birlikte uçağının kalkışını görmek ümidiyle alanın diğer tarafına gittik. Türkiye topraklarını terk edişini derin bir keder içinde seyrettik. Ben zaten yalnız adamımdır, şimdiyse iyice yalnız kaldım. Türkiye yetiştirdiği beyinlerin en büyüklerinden birini böylece kaybetti.”

İkinci sayfada Halit Refiğ’in biyografisini okuyoruz.

Erol Cihangir’in ‘Mektuplara Dair’ yazısından bir bölüm, mektupların niteliği üzerine bilgi veriyor.

“Kadrini sengi musallada bilip ey Baki

Durup el bağlayalar karşında yâran saf saf

Baki”

Cihangir’in hem mektup hem de mektup sahipleri üzerine yazdıkları, bu tür ve sanatçılar üzerine kaleme alınmış ciddi bir inceleme.

Halit Refiğ:

“Aşk-ı Memnu’nun piyano müziğini seslendirmek üzere çalışmaya başladığımızda piyano sanatçısı Gülper Savaşçın ile hayatımızı birleştirmeye karar verdik.

Nikâh şahitlerimiz çok sevdiğmiz yakın dostumuz Metin Erksan ve Oğuz Atay’dı.“

Kitap tanıtımındaki bu satırlar beni de geçmişe götürdü.

Gerek Metin Erksan gerekse Halit Refiğ’le dostluğum Kemal Tahir’in evinde pekişti.

İşte o satırlar:

“Daha da önemlisi-içinde mektubu olmamasına ve ölmüş olmasına rağmen- hapishaneden yeni çıkmış olan Kemal Tahir’in bu dost meclisi içinde -hepsinin ortak dostu olmasıyla- sanat, edebiyat ve fikir tartışmalarında onları birer gölge gibi takip ederek, bir ağabey edasıyla onlara pusula olmasıdır.“

SEÇME BÖLÜMLER

* O Günler...

Gülper Refiğ Irmak Zileli

* Mektupların Hikâyesi

Halit Refiğ

* Halit Refiğ: “Bu mektubu yazarken, başucumda duran bir resme bakıyorum. Resimde dört kişi var; Kemal TahirMetin ErksanHalit Refiğ ve Giovanni Scognamillo. Bilmiyorum artık bu bir tesadüf mü, bir işaret mi? Artık nasıl bir büyü ise sen daha iyi anlarsın!”

* Metin Erksan: “Bizim mektuplarımızı bir gün basıp yayınlayacaklar. Muhakkak. Bunu sen de ben de biliyoruz. Ayrıca bu mektuplar basılmasa ne olur? Bize bir şey olmaz ama insanlık çok şey kaybeder.”

* Oğuz Atay ile Halit Refiğ’in mektuplaşmaları...

* Adnan Saygun’un fotoğraf altı yazısı: “Yeni yıl ufka iyice yaklaşmış bulunuyor. Kısa bir zaman sonra doğacak ve bizlere ve tüm insanlığa neler getirecek bilinmez. Nilüfer ile birlikte eşiniz Gülper Hanım’a ve size gelecek günler için en iyi dileklerimizi göndeririz efendim.”

* Noktalarken...

Selim İleri

Kitabın sonunda İsimler Sözlüğü bulunuyor.

(Türk Dünyası Kültür Sanat ve Sinema Vakfı’nın katkılarıyla)

KAHVE ÇAYIN ÖNÜNE GEÇMİŞ

TELEVİZYONDA 
bir soruşturma programında seyrettim, kahve çayın önüne geçmiş. Genç kuşaktan birçok kişi gözünü açar açmaz kahve içmek ihtiyacı duyuyormuş. Özellikle AVM’lerde bu tutkunun derecesini gözlemleyebiliyorum.

Elimin altında duran bir kitaba gözüm takıldı: ‘Kahvenin Peşinde/ Avrupa Cafelerinde: Viyana’, yazarı Cem Selcen.

Kitap kime ithaf edilmiş:

“Bu kitabı, söz verdiğim gibi, gözlerimi kurtaran Prof. Dr. Murat Karaçorlu’ya adıyorum.

Elbette en içten teşekkürlerimle...”

Bizde de Batı’da da birçok yazarın, sanatçının kahvelerde buluştuğunu biliyoruz. Türkiye’deki, Paris’teki kahveleri gördüm.

Bazı soruların cevabını bulacaksınız bu kitapta:

“Elbet bir gün gelecek ve iyi bir pasta, iyi bir ütopya kadar önemli olacak .

Kahve nasıl satılır?

Pasta çatalla mı, kaşıkla mı yenir?

Hangi millet, hangi tür kahveyi seçiyor?

Kahveyi kavururken şeker katarsan ne olur?

SALIK VERDİKLERİM:

Cafe MozartCafe Mozart’ın hikâyesi büyük. Mekân, Mozart öldükten üç yıl sonra açılmış. Az ilerde bir Mozart anıtı açılınca bu isim konulmuş.

Sonunda Leopold Müzesi ve Klimt.

Acaba diyorum kahvelere sanatçı adları verilse mi?

(Hep Kitap)

İlk Yorumu Siz Yapın

Gönder