"Eğitim - Türkiye’nin geleceğini inşa” başlıklı epeyce konferansım oldu. Ayrıca her kademedeki öğrencilerle, kendilerini geleceğe hazırlamaları çerçevesinde sohbetler yaptım.
Öğrencilerle sohbette zaman üzerinde durdum. Saniyelerin saliselerin önemini, 100 metre koşularında rekorların salise farkıyla kırıldığından bahsettim.
Onlar da sınavlarda saniyeler içinde soru çözmenin hayati değerini zaten bilmekteydiler.
Ama “zaman öldürmek” gibi bir tabirimiz de vardı ve zamanı öldürürken, kendi hayatlarımızın bir kısmını da öldürdüğümüzün çoğu zaman farkında değildik.
Bir toplumun gücünün “birim insanda sağladığı özgül ağırlıkla ilişkili olduğu”nu bilmek gerekiyordu.
Nüfusunuzun hacmi elbet önemliydi ama, “birim insan”da oluşturduğunuz “özgül ağırlık” çok daha önemliydi.
“Özgül ağırlık” hem kişilik değerlerini ihtiva etmekteydi hem de hayat içinde yüklendiğiniz sorumluluğun hakkını verebilmeyi… Maddi ve manevi boyutlarıyla sağlıklı bir kişilikten ve hayat içinde hangi sorumluluk üstlenillmişse onun birinci sınıf icracısı olabilmekten söz ediyorduk.
Ülkemizin de içinde bulunduğu İslam toplumlarını konuşuyorduk. “Birim insan” hassasiyeti pek gündemimizde değildi. Oysa İslam, yola tam da “birim insan”dan çıkmaktaydı. “Birim insan” sorumluydu.
Kitlelerimiz vardı, ama o kitleleri oluşturan “birim insan”ın kalite sorunu da vardı. Hem kişilik değerlerindeki kalite sorunu hem de, çağın gerektirdiği donanım açısından kalite sorunu.
Bu kalite sorununa “gelişmişlik seviyesi” deniyordu.
Ve İslam dünyasının en gelişmiş ülkelerinden birisi olan Türkiye, diyelim 21’inci yüzyılın başlarında “Gelişmiş dünya”dan binlerce sayfa tutan “Müktesebat” alma ihtiyacı duyuyordu.
100 yıl…
Türkiye 100 yıl önce Cumhuriyet’e geçti.
Şu günlerde Cumhuriyet’in 100. Yılı kutlanıyor. Tv’lere verilen reklamlarda, Cumhuriyet etrafında manevi bir heyecan iklimi oluşturulmak isteniyor.
100 yıl, bir milletin hayatı açısından hem uzun hem kısa bir süre…
Biraz önce ifade ettiğim düşünce açısından bakılırsa, yani saniyelere sığdırılan rekorlar, saniyelere sığdırılan hamleler açısından bakıldığında 100 yıl çok çok uzun bir süre…
Yani saniyelerine dünyayı imrendirecek hamleler sığdıran bir insan sermayesi herhalde Türkiye’yi de Cumhuriyet’i de başka bir seviyeye getirirdi.
Aslında 10’uncu Yıl Marşına giren “10 yılda 15 milyon genç yarattık her yaştan” ifadesi, tam da “Birim insan” ve “insana yatırım” tutkusunu yansıtıyor. Ne dersiniz “100 yılda 90 milyon genç yarattık her yaştan” diyebiliyor muyuz?
Ben “Türkiye’nin geleceğini inşa” konferanslarında “Birim insan hassasiyeti” taşıma noktasında “Yahudi toplumu”ndan da söz ettim. Dünyadaki nüfusları azdı ve onlar “Birim insan”da en büyük enerjiyi elde etme duyarlılığı ile hareket ettiler.
Dünyanın pek çok ülkesinde etkin konum edindiler. Süper güçleri yönlendirmeyi başarıyorlar. Bilim, sanat, felsefe, sinema, medya, finans alanlarında kayda değer birikim sağladılar. İfade edelim etmeyelim, son hadisede İsrail’in “İsrail’den öte” bir etkinliği devreye soktuğunu bilmiyor muyuz?
“Bir tek Yahudiyi kaybetmeme” gibi bir temel düşünceden hareket ettikleri biliniyor.
İslam dünyası olarak biz ise, kitle kitle kaybetmeyi çok normal buluyor, hatta bunu gelecek inşasının bir parçası olarak telakki ediyoruz.
Ne dersiniz, daha çok şehit verirsek ideallerimiz daha çok gerçekleşir gibi bir alt düşünce deveran ediyor mu dünyamızda? Daha çok yaşarsak, yaşayanlar daha büyük hedeflere koşarsa gibi bir cümle kurulsa daha sağlıklı olmaz mı?
“Türkiye’nin geleceğini inşa” meselesi eğitimle ilgili olduğu gibi, İslam dünyasının geleceğini inşa meselesi de eğitimle ilgili.
Eğitim de “Birim insan”ı önemsemek ve onun en yüksek kazanımı temin etmesine imkân sağlamakla ilgili.
100 yıllık Cumhuriyet’in 5’te 1’lik süresinde sorumluluk yüklenmiş bir kadro, üst üste bilmem kaç defa “Eğitimde, kültürde, sanatta başarılı olamadık” ilanında bulunuyor. 2002 – 2023, tam 21 yıl…
Ondan öncesinde de eğitim alanında derin karmaşalar yaşamış bir ülkeyiz.
28 Şubat günleri diye bilinen bir süreç var, bir ara ben o süreçte “Çocuklarımızın kanatlarını kesmeyelim” diye seslendim devleti yönetenlere…Başörtülü öğrencilerin kanatları keseliyordu resmen… Sonra o devlet garabeti düzeltildi.
Ama bizde “Eğitim konusu”ndaki sancı, onunla sınırlı değil. Benim “Birim insan” dediğim, her çocuğun bir emanet, ülkenin potansiyel hazinesi olduğu, o potansiyelin kinetik enerjiye dönüştürülmesi işinin eğitim işi olduğu bilinci…
Yapamadık işte, bunu herkes biliyor. Sınavlar bir anlamda “iskartaya çıkarılmış kitleler” koyuyor ülkenin önüne…
“Çağdaş uygarlık” falan hedeflerinin öyle yakalanmayacağını da biliyoruz.
100 yıl önce bizimle birlikte yıkılanlar, sonra yine yıkılanlar ayağa kalktılar ve bugün dünyanın etkin güçleri arasına girdiler…Nasıl oldu o iş?
100 yılda hiç olmazsa barışık bir toplumsal iklimi başarabilseydik….diye bitireyim bu yazıyı… Saliselere rekorlar sığdırabilme bilinci kazanmış nesiller yazsın gelecek hikâyemizi…
Gönder