Cumhuriyetin 100. Yılını kutluyoruz, hem de öyle bir kutlama ki Türkiye’nin bütün şehirlerinde insanlar sel olup meydanlara aktı adeta…
Türkiye geçmiş yıllarda ‘Cumhuriyet’ konusunda farklı tartışmalar yaptı, hatta öyle ki zaman zaman laik-antilaik kavramları üzerinden kutuplaşmalar yaşandı ve ister istemez toplumun belli kesimlerinde ‘Cumhuriyet karşıtlığı’ algısı oluştu.
Ama 100. yıl kutlamalarında gördük ki dindar-muhafazakar kesimlerden seküler kesimlere kadar ülkenin bütün farklı renkleri 29 Ekim’de Cumhuriyet coşkusunu caddelerde, meydanlarda birlikte paylaştılar, şarkıları, türküleri aynı duygularla söylediler… Türkiye galiba ilk kez Cumhuriyet bayramı kutlamalarında nazlananları da aşarak böylesine coşkulu bir bayram kutluyor.
100. yıl kutlamalarıyla ortaya çıkan bu tablo, aslında son yıllarda siyasal ayrışmalar yüzünden yaşanan kutuplaşmaların hiç de aşılmayacak engeller olmadığını hepimize bir kez daha göstermiş oldu.
Demek ki birbirimize parmak sallamadan, inançlarımız, kimliklerimiz, ideolojik aidiyetlerimiz yüzünden birbirimizi ötekileştirmeden de aynı coşkuları birlikte yaşayabiliyormuşuz… Bir başka ifadeyle 100. Yıl fotoğrafı, bu ülkede belli küçük gruplar dışında büyük millet çoğunluğunun Cumhuriyetle bir probleminin olmadığını da göstermiş oldu.
Ancak 100. Yıl fotoğrafının bir başka cephesi daha var ki orası biraz hüzünlü ve de kaygı verici.
Maalesef bugün coşkuyla kutladığımız Cumhuriyeti, yüz yıl sonra bile demokrasi ile taçlandırmayı başaramadık.
Biliyoruz ki Kurtuluş Savaşı’nı zaferle sonuçlandıran Türkiye, o yılların zor şartlarında genç bir Cumhuriyet kurmayı başarmış ve yeni bir başlangıç yapmıştı. Ve o günkü Cumhuriyet, “Kuvvetler Birliği”ni esas alan hukuki bir temele dayanıyordu. Nitekim Mustafa Kemal Paşa meşrutiyet dönemini değerlendirirken, yeni hukuki sistemi de şöyle tarif ediyordu: “Mutlaka meşrutiyet teorisinde kuvvetler ayrılığı vardır. Bunu inkara mahal yoktur… Hakikatte efendiler, tabiatta efendiler, alemde efendiler kuvvetler ayrılığı yoktur. Yani milli irade ile ifade ettiğimiz kuvvette kuvvetler ayrılığı yoktur.” (Taha Akyol, Neden 29 Ekim, s.36)
Evet o günün şartlarında öyleydi, bugünden bakınca elbette o dönemi de eleştirebiliriz ama artık 21. Yüzyıldayız. Ayrıca çok partili hayata geçtiğimiz günden bu yana düşe-kalka da olsa önemli bir demokrasi tecrübesi yaşadık, ama ne yazık ki henüz ‘hukukun üstünlüğü’ne dayalı bir hukuk devleti inşa edemedik.
Daha da vahim olanı zaman zaman darbelerle kesintiye uğramış olmasına rağmen, çok mükemmel manada olmasa da ‘kuvvetler ayrılığı’ ve ‘denge-denetleme’ prensiplerinin işlediği bir hukuk sistemine sahiptik.
Ama artık ağır aksak da olsa işleyen bir hukuk sistemimiz bile yok artık… Zira Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte Cumhuriyetin kuruluş yıllarına geri dönerek, ‘kuvvetler birliği’ni yeniden keşfettik…
Cumhuriyetin 100. Yılında hala bağımsız ve tarafsız bir yargının hasretini çekiyoruz.
Kim ne kadar dert edinir bilemem ama Hukukun Üstünlüğü Endeksinin 2022 yılı verilerine göre Türkiye, 140 ülke arasında 116. sırada yer alıyor
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün hazırladığı 2022 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'ne göre ise 180 ülke içerisinde 149'uncu sırada bulunuyoruz.
Talihsizliğe bakın ki 100. Yıl coşkusu yaşadığımız şu günlerde, milletin iradesiyle seçilmiş milletvekili Can Atalay hala cezaevinde bulunuyor. Bilindiği gibi Atalay’ın bireysel başvurusunu değerlendiren Anayasa Mahkemesi, ‘hak ihlali kararı’ vererek alt mahkemeye göndermişti. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, AYM’nin ‘hak ihlali’ kararına uymadı ve Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay'ın parlamentoya dönüşüne izin vermedi.
Kuşkusuz bu kararın, tam da Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın ‘kararlar yoruma açık değil’ değerlendirmesini yaptığı bir günde verilmesi son derece manidar. AYM’nin verdiği kararların dikkate alınması gerektiğini belirten Arslan’ın açıklaması şöyle: “Yorum farklılığına demokratik hukuk devletlerinde yer vardır. Ama yorum kakofonisine yer yoktur. Yorum kakofonisi, yorum karmaşası demokratik hukuk devletlerinin kabul edebileceği şey değildir çünkü ortaya çıktığında farklı kişilere farklı hukukun uygulanması gibi sorunla karşı karşıya kalırız."
Dile kolay, tam yüz yıllık bir Cumhuriyetten söz ediyoruz, neredeyse 70-80 yıllık da demokrasi tecrübemiz var ama hala hukuk arıyoruz…
Gönder