adscode
adscode

Bayram lezzeti ve sinemaskop şeyler

Küçük Valide Camii akide şekeri kıvamında göz kırpınca tırak diye gelirdi bayram Acayip bir şenlikti Aksaray Küçük Langa. Sahildeki Sarı Kum denen yerde futbol maçları kıran kırana

Efendi meşrep bir çocuktum, tek tabanca gider kenara çekilir, maçları izlerdim. Süt mısır yer, turşu suyu içer diyare olurdum. Olurdum da ne gam! Zaten 'Ananem' de "bağırsakların bayram temizliği yapsın evlâdım" deyince...
Langa bostanlarından çıtır patlıcan, Girit kabakları, çarliston biber, patates kızartılır, üstüne sarımsaklı domates püresi yayılır, Kırlı Kızartması denen mucize arzı endam ederdi...
Anneannem kıra pikniğe giderken yapıldığını anlatırdı. Balkan kadınlarını taklit ederek: Kurbağalar eder vırak vırak, kaminetoda kahve fıkır fıkır...
Kamineto, ispirtolu bir şirin ocaktı. Bugünün kamp aletlerine benzerdi...

***

Az biraz kemikli kuzu budu alınır. Uzun boylu tencerenin dibine yerleştirilir, bir bardak su, arpacık soğan, dereotu ve bir iki kişniş konurdu. Sonra tencerenin ağzına ete değmeyecek bir şekilde bir tür metal kevgir yerleştirilir, üstüne pirinç atılır, altındaki ateş iyice kısılırdı. Ateşe direkt temas etmesin diye de tencerenin altına konserveden kesilmiş bir teneke...
Kadınlar buna, rahvan pişsin âdeti bu, diyerekten bir de espri katarlardı. Sabahtan akşama kadar evi acayip bir rayiha kaplardı...
Sonra ortasına tereyağı, pilav tepsiye yayılır, üstüne eti diterlerdi. Sofrada bol limonlu çoban salatasının yanı başına, bez torbalarda süzülmüş yoğurttan buruk ayran konumlandırılır... Molekül yaşındaki kardeşimle birlikte Bayram ziyaretine gelmiş anam babam kaşıklarını bir türlü sallamaz, sabır taşımı çatlatır, açlıktan gözümü karartırlardı...
Çok iştahlı bir tıfıldım. Ananem "evladım maymun iştahlı olma!" diyerekten beni uyarırdı ama hiç tınmaz, kemik iliklerini emmek için kardeşimle küçük savaşlar çıkartırdım.
Bayram, lezzetle ilgili bir şeydi şahsıma...

***

Sonradan ortaya çıktı ki meğer bende tenya varmış usta, ondan doymazmışım! O da gene anneannem köfte yoğururken kaşla göz arasında çiğ etleri yutmamdan. Ondan sonra içine yılan kaçmış insanların hikayelerini anlata anlata, ödümü patlata patlata vaz geçirdiler beni bu huyumdan.
Maymun iştahlı olmak, içine yılan kaçmış insanları hatırlatır bugün bana. "Allah aç gözlüyü sevmez, yapma dediklerini yaparsan bu gelir başına!" derdi bilge Anneannem. Bir İstanbul Müslümanlığı yavaşça girerdi koynuma...

***

En derin mevzu bayram harçlıklarıydı. İki savaş bin eziyet görmüş ananem kadar tutumlu (hadi cimri demeyeyim) olmayan anne baba ikilisi bana sağlam bayram harçlığı verirlerdi. Bilmiyorum belki de bebeklikten beri beni büyükanneye bıraktıkları için bir vicdan arınmasıydı bu! Ve fakat işime yarıyordu. Cepte para, bayramın ikinci günü bir sinema festivali başlardı zâtıma...
Anamın "bak kardeşin boğmaca, dondurma yemek yok!" şeklindeki tembihlerine yemin billah ederdim.
Ederdim de sinema demek frigo demekti usta, dondurma ve buzlu çikolata. Beş dakika arada yenmezse ölürdü be insan!
Kardeşime söz verdirirdim, bak dondurma alacağız ama sakın anneme söyleme! Tamam derdi. "Eğer bana da almazsan, aldı derim anneme bak ona göre!"
Aksaray o yıllarda mutedil insanların menekşe kokulu apartmanların ormanıydı. Bin tane sinema vardı.
Matineden matineye koşar, akşam karanlığına kalır, korkar, el ele tutuşur, eve uçardık. Kardeşim hain, anneme dondurma yediğimizi yetiştirir, fırçayı yerdim. Fakat vız gelirdi bana! Kafam bi'dünya, aklımda sinemaskop hülyalar...
Korsanlar, uçsuz bucaksız denizler, nedense hep İtalyan adlı olurdu afitap kadınlar. Red Kit'e hastaydım. Rüyalarımda Kızılderili reisin barış çubuğu. Bir keresinde, yılan dilli Beyaz Adam'a ok bile fırlattım...

***

O kuzu yemeğine 'Buhran' derlerdi, şimdi hatırladım. Niye Buhran? Bilmiyorum. Yaşattığı zevk fırtınasından olabilir mi mesela?
Garip, tatlı çocuklardık.
İstanbul, tadında bir revani gibi işte böyle sirayet etti kanımıza...

İlk Yorumu Siz Yapın

Gönder