1938-1972 arasında “Milli Şef” olarak sol-Kemalist alanı bütün gövdesiyle kapattı ve bu uzun süre zarfında kayda değer tek bir başarısı bile olmadı. 1972 CHP Kurultayı’nda bir kahraman ihtiyacı öyle had safhaya ulaşmıştı ki, “Karaoğlan” lakaplı genç Ecevit yaşlı kurdu nihayet tahtından indirebildi. Gerisi yine hayal kırıklığı. Ve her hayal kırıklığı, kahraman açlığını daha da büyüttü. Öyle ki, çer-çöpe dahi kahraman diyerek sarılmaya, yaşadıkları her hayal kırıklığıyla seviye ve kaliteyi daha da düşürmeye başladılar.
Benim için 1 numara “Erke Dönergeci”dir. 2006 yılında, İsmail Hakkı Karadayı, Muhittin Fisunoğlu, Vural Savaş’ın da katıldığı bir basın toplantısında, Milli Savunma emekli Müsteşar Yardımcısı, emekli Tümgeneral Çetin Uğural, kendi kendine bedava enerji üreten bir makine icat ettiklerini, çalışmaların 1992’den beri büyük bir gizlilikle yürütüldüğünü, petrol savaşlarını durduracaklarını, patent başvurusunda bulunacaklarını, bir sene içinde seri üretime geçeceklerini söyledi. “Erke Dönergeci” adını verdikleri icat başarıya susamış sol-Kemalist çevrede büyük fırtına estirdi. İcat, Newton fiziğine, özellikle de termodinamiğin ilkelerine tamamen aykırıydı ama bunlar Kemalist bilimin sönmez ışığı karşısında üzerinde durulmaya değmez detaylardı. İcadın açıklanması her hafta ertelendi; sonra da mesele unutuldu. “Con Ahmet’in Devir Daim Makinesi”nden 13 senedir ses yok. Hevesler çok fena kursaklarda kaldı.
Bu arada Ercüment Ovalı’yı unutmayalım tabii. Covid-19 Pandemisi günlerinde “kahramanlarıyla” laboratuvara kapandı. Aşıyı bulmadan oradan çıkmayacaklardı. Aranan kahraman bulunmuştu. Hem koyu bir Kemalist, hem de bilimin aydınlığının müşahhas temsilcisiydi. “Müjdeyi 29 Ekim, 23 Nisan, 19 Mayıs’ta açıklayacağım”, “milyonlarca aşının seri üretimine geçiyoruz”, “hayvanlarda deniyoruz” filan derken piyasada bulunan bir ilacı “işte bulduk” diye yığınların önüne atıverdi. Bir PR çalışması mıydı, bir dolandırıcılık hikâyesi miydi hâlâ anlaşılamadı. Ama o bir kahramandı: Saman alevi gibi kahraman.
Beni en çok güldüren olay ise Kanal Türk Televizyonu ve “Biz Kaç Kişiyiz” Hareketi idi. Kanal sahibi Tuncay Özkan, Kemalizm ve laikliğin muhkem kalesi Kanal Türk Televizyonu’nun maddi sıkıntılar içinde olduğunu, kanalı kapatmak zorunda olduklarını, izleyicilerin desteklerine ihtiyaç duyduklarını söyledi. Birkaç hafta içinde bir milyonu aşkın insan, hem de ağlaya ağlaya kanala maddi destekte bulundu. Toplanan parayı kimse bilmiyor. Kampanya bittikten hemen sonra kanal FETÖ’cülere 25 milyon dolar karşılığında satıldı. SMS gönderen, nakit destek veren, kanalın pazarladığı Atatürk kitap setlerini değerinin üzerinde fiyatla satın alanlar neye uğradıklarını şaşırdılar. Tuncay Özkan o günden beri CHP Milletvekili. O bir milyon kişi de muhtemelen hâlâ CHP’ye oy veriyor.
Gezi Olayları’nı atlamayalım. ’68 ruhu dirilmişti. Sol ve Kemalizm 6. Filo’ya karşı verdikleri destansı mücadeleyi nesilden nesile aktarmış, emperyalizme, kapitalizme, Amerika’ya karşı meydanları tekrar direniş ve kurtuluş karargâhlarına dönüştürmüşlerdi. Asırlar boyu anlatılacak muhteşem bir kahramanlık hikâyesi yazıyorlardı. Dışardan kahraman aramaya gerek yoktu; her biri birer kahramandı. Ama olaylar durulunca, bütün tasarımın Amerika’nın adamı Fetullah Gülen tarafından yapıldığı ortaya çıktı. Kalabalıkları bir oraya bir buraya yönlendiren, adeta parmağında oynatan sosyal medya hesaplarının bile altından FETÖ’cü polisler çıkmıştı. FETÖ’cüler bunları kullanıp darbe yapamayınca 15 Temmuz’da doğrudan darbeye yeltendiler. Sol-Kemalistler o gece sokaklarda yazılan kahramanlık destanını uzaktan, iç geçirerek, büyük hayranlıkla izlediler.
Edebiyatın kahramanı Nazım Hikmet’in Rusya’ya gidip Türkiye düşmanı olmasını geçelim. Banka soyguncusu ve fidyeci kahraman Deniz Gezmiş ile muhtar katleden Kaypakkaya’yı da. Adam kaçırıp fidye isteme işinde usta, İstanbul’da polisten kaçarken bir eve girip, 14 yaşında bir kız çocuğunu günlerce rehin tutan efsane “kahraman” Mahir Çayan’ı da sonraya bırakalım. Ama Çirkin Kral Yılmaz Güney’de duralım. Sol ve Kemalist çevrenin kahramanı Yılmaz Güney alkollü araç kullanırken bir çocuğu öldürmüş, eşi Nebahat Çehre’yi arabayla ezmiş, dövmüş, başına bardak koyarak silahla ateş etmiş, sarhoşken bir hâkimi şehit etmiş, Yunanistan’a kaçmış, “bağımsız Kürdistan” konuşmaları yapmış ve sürgünde ölmüştü. Bütün bunlar 40 yıldır, bir kahramanda görülebilecek “küçük kusurlar” olarak kabul ediliyordu. Bu kahraman kıtlığında mükemmeli arayacak halleri yoktu. Aslında kadına şiddet meselesinde duyarlılık artmasaydı, Yılmaz Güney kahraman kalacaktı. Belki hâlâ öyledir. Kim bilir.
Solcu ve Kemalistlerin kültürel alanda kurdukları dikta rejimiyle dayattıkları sanatçıları da unutmayalım. Müjdat Gezen, Metin Akpınar mesela. Esprilerine gülünmeyince politikaya giren “uzatmalı kahramanlar”! Kimsenin piyano dinlemediği bir çevrede “dünyaca ünlü piyanist” diye kahramanlaştırılan, ama en son yaptığı “100. Yıl Marşı” Ajdar müzikalitesinden bile berbat olan Fazıl Say mesela…
Ülkede bir sapık, şarlatan, sahtekâr ve sahte din adamı ifşa olunduğunda bütün cemiyet onunla irtibatı keser, hukuksal işlemlerin ötesinde o sapık sokağa çıkamaz hale gelir. Kahraman özleminin had safhada olduğu Sol-Kemalist çevrenin böyle bir lüksü yoktur. Kız öğrencisini taciz ettiğini ballandıra ballandıra anlatan Celal Şengör hâlâ muteber bir kahramandır. Oy pusulasında Erdoğan dışındaki alanlara basılan mührün silineceğini, sonra mührün kendi kendine Erdoğan’ın alanında belireceğini söyleyen kişi tv’de program yapmaya devam eder. 15 Temmuz’da IŞİD’lilerin helikopterle getirildiğini, bunu belgeleyen polisin öldürüldüğünü iddia eden kişi kahraman ilân edilir.
Kendi içlerinden çıkmayınca ithal kahramanlara başvurmalarına ne demeli? FETÖ’cü Fuat Avni misal. Suç örgütü liderinin ya da şimdilerde onun dublörünün ipe sapa gelmez iddialarının en çok bu çevrede itibar görmesi, bunların birer ithal kahramana dönüştürülmesi yıllardır devam eden bir özlemin artık histeri boyutuna ulaşması değil de nedir?
On yıllardır hasretle beklenen kahramanı 2019 Yerel Seçimleri’nde bulduklarını zannettiler: Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş. Her ikisi de solcu değil. Önemsiz bir detay. Lakin 4 yıldır yönettikleri İstanbul ve Ankara’da, belediye bürokrasisiyle kendi kendine zaten yapılan işlerin üzerine tek kalem iş koyabilmiş değiller. Cumhurbaşkanlığına da aday yapılmadılar. Atanamamış kahraman gibi yedekte kalıverdiler.
Şimdi tek ve son bir umut var: Kemal Kılıçdaroğlu. O da olmazsa, ondan da bir kahraman çıkmazsa… Büyük, çok büyük bir çöküntü olur. Ama ilk hayal kırıklığı olmaz. Bunu da aşıp yeni arayışlara girecekleri muhakkak. Tik-Tok misal. Yeni kahraman adayı neden oradan çıkmasın ki?
Gönder