Ahmet Davutoğlu iyi bir entelektüel. Bilhassa siyasetin dışında olduğu yıllarda onu dinlerken gaflete düşmemeye çalışırdım. Konuşmalarında boşluk olmazdı. Yazılarında da öyle.
İşin içine siyaset girince retorik de giriyor. Dolgu cümlelerine, girizgahlara ihtiyaç duyuyorsunuz.
Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığındaki performansı dünyanın da dikkatini çekmiştir.
Başlangıçta Davutoğlu’nun teorisiyle pratiği yan yana gitti. Bir aksama olmadı.
Kuvvetli müzakereciydi. Tezini iyi savunuyordu. Fakat bütün oturumlarda haklı çıkan bir müzakereci zamanla rakiplerinin memnuniyetsizliğine sebep olabilir. Hep o haklı, hep o haklı. Can sıkıcı bir şey bu.
Sonraları da o haklıydı. Fakat hayat, onun haklı olduğu tarafa doğru akmadı.
Mesela, Suriye’de baskıcı bir rejime karşı özgürlük isteyen halkı desteklemek estetik olarak daha tercihe şayandı.
Ama her zaman haklı olanlar kazanmıyor. Hele de uluslararası siyasette.
Suriye’de de şu anda haksız olanlar kazanmaya daha yakın.
Ayrıntılara girilirse o günkü politikaların arızalı tarafları da tespit edilebilir. (Bazılarına Suriye ile ilgili yazılarımda değinmiştim.)
İç siyasette de her zaman hatta çoğu zaman haklı olan kazanmıyor.
Daha çok siyasetin gereğini hakkıyla yerine getirenler kazanıyor.
28 Mayıs seçimlerinde de öyle oldu. Siyasetin gereğini yerine getirmekte daha mahir olanlar kazandı.
Muhalefet, kendi eksiklikleri sebebiyle kaybetti.
Gelecek Partisi lideri Davutoğlu Serbestiyet’e verdiği röportajda Türkiye’deki siyasetin oldukça ayrıntılı bir analizini yaptı.
Bu arada kendi siyasetini de tartıştı.
Bazı bölümleri savunma mahiyetindeydi, bazı bölümleri de itiraf.
Bu arada Türk muhafazakarlığının geldiği noktayı da etraflıca değerlendirdi.
Şöyle diyor Davutoğlu:
“On yıllar süren uzun muhalefet döneminde çileli mücadeleler sonucu oluşturulan düşünce ve insan birikimi iktidar elitinin elinde hoyratça kullanıldı ve tüketildi.”
“Modern devlet aygıtları kullanılarak oluşturulan otoriter yolsuzluk düzeni geleneksel “devlet” ve “beka” kavramlarıyla ve Selçuklu ve Osmanlı sultanlarına atfedilen dizilerdeki subliminal mesajlarla meşru kılındı.
“15 Temmuz darbe girişimi ve onun sonucunda devreye giren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi muhafazakâr kesimdeki bu yozlaşma sürecini benzer zihniyet yozlaşması yaşayan milliyetçi ve laik akım ve liderlerle buluşturdu.”
“İktidar propagandasının dayandığı ve tahrik ettiği üç korku ve koruma dürtüsü otoriterliğe destek vermeyi muhafazakâr kitlelerin zihninde meşru kıldı: (i) Tek Parti döneminden kalan dini/ değerlerin korunması dürtüsü; (ii) teröre karşı vatanın birliğinin korunması dürtüsü ve (iii) FETÖ ve benzeri yapılara karşı devletin korunması dürtüsü.”
Bunlar halkın durumuyla ilgili tespitler.
Şu da bir itiraf sayılır:
“Muazzam dengesiz ve eşitsiz propaganda makinesi karşısında bu kesimlere ulaşıp kaygılarını giderecek bir ilişki geliştiremedik. Muhafazakâr muhalefetin parçalanmış görüntüsü de derin kaygılar içindeki bu kitlelere bir teminat oluşturamadı.”
Halk böyle, muhafazakârlar ne durumda?
“İkincisi kesim iktidar nimetlerinden istifade eden bir kesimdir ki, bunların muhafaza etmeye çalıştığı şeyler “değerler” değil “çıkarlar”dır. Onlar “değer muhafazakârı” değil, “güç muhafazakârları”dırlar. Karşılıklı rüşvet, nepotizm ve yolsuzluk bağlarıyla birbirine mahkûm olan bu kesimle ilgili bir hayal kırıklığı yaşamamız da söz konusu olamaz, çünkü bizim kurdukları otoriter yolsuzluk düzenine karşı tehdit oluşturduğumuzu bildikleri için karşımızda yer almaları doğaldır.”
Ya daha muhafazakâr olanlar? Sivil toplum, entelektüeller, alimler, mollalar?
“Bizi esas hayal kırıklığına uğratanlar iki yüzyıllık zihni ve sosyal birikim üzerine oturan bir iktidarı sürdürebilmek için bütün o birikimin zihnî ve insanî mirasının tarumar edilmesine sessiz kalan kanaat önderleri, ilim adamları, aydınlar, vakıflar ve sivil toplum kuruluşlarının nihai kertede değer ve ilke odaklı değil güç-odaklı bir tavır takınmış olmalarıdır.”
“Artık buna da sessiz kalmazlar” dediğim her konuda ahlakî ilkeleri güç lehine biraz daha fazla esneterek yeni bir hayal kırıklığı yaşamamıza sebep olan tavırlarına rağmen bu kesime dönük de “vicdan” çağrısı yapmaya devam edeceğiz.”
Davutoğlu söylediği için dudak bükmek, burun kıvırmak çok kolay ve çok ucuz.
Peki söyledikleri doğru mu?
Bence doğru.
Fakat bu analiz kapasitesinin seçim sürecinde yeterince kullanılıp kullanılmadığından emin değilim.
Gönder