Çankaya Köşkü’nde farklı bir heyecan vardır; çünkü Mustafa Kemal’in özel konukları gelecek, yemekte ülkenin geleceğine dair konular konuşulacak ve ertesi gün Cumhuriyet ilan edilecektir... Levent Onan imzalı ‘Son Akşam Yemeği’, bu önemli günde yaşananlara köşkün yanındaki mutfağın sakinlerinin cephesinden bakarken temel olarak Osmanlı’yla Cumhuriyet arasındaki tarihsel sürekliliğe vurgu yapıyor.
Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100’üncü yılı nedeniyle Atatürk’ü ve o dönemde yaşananları aktaran filmler arka arkaya vizyona giriyor. İki hafta önce ‘Zübeyde, Analar ve Oğullar’ı izlemiştik, bu hafta sahne sırası ‘Son Akşam Yemeği’nde. Levent Onan imzalı çalışma, aynı kulvardaki birçok yapımdan farklı olarak ele aldığı süreci ve ana kahramanlarını perdeye taşırken cepheden ya da gelişmelerin odağından ziyade bir mutfağın çeperleri içinden seslenmeyi tercih etmiş. 28 Ekim 1923’te Çankaya Köşkü’nde önemli bir yemekli toplantı vardır (nihayetinde anlıyoruz ki ertesi sabah Cumhuriyet ilan edilecektir). Filmde işte bu çok önemli günü bir anlamda aşçısının, yamağının, ocakbaşısının ve diğer çalışanlarının yorumları eşliğinde izliyoruz. Öykünün ana karakterlerinden olan ve fırsat bulup hünerlerini gösteren Ahir Usta aynı zamanda geçmişin de uzantısıdır; sarayda çalışmış, Çanakkale’de savaşmış, bir ara esir düşmüş ve İngiliz komutan Wilson’a yemek hazırlarken bambaşka bir planı olduğunu göstermiştir. Torunu Elif de yeni rejimin içinde yeşerecek bir filizdir. Yamak Yakup tekinsizdir ve nerede duracağını da tam olarak bilmiyordur, keza şef Mahmut da benzer bir kişiliğe sahiptir, öyle ki Cumhuriyet fikrini de Latife Hanım’dan öğrenir (o fikir de ‘Her şeyi birlikte yapmak, inşa etmek’ şeklinde özetlenebilir) ve öğrendiklerini alışveriş yaptığı esnafa kendisininmiş gibi sunar. Atatürk’ün yolu da bu uzun ve zorlu gecede mutfakla bir şekilde kesişir ve Ahir Usta, Paşa’yla hasbihal etme şansı bulur.
‘Son Akşam Yemeği’, geçmişin yaşanmışlıklarına bu zamanlardan bakan filmlerden (ki doğru bir perspektif bu). Bir yanıyla ‘Cumhuriyet denen özel yemekte herkesin katkısı var’ türünden bir metafora sahip olduğu söylenebilir. Yeni sofra takımları ve menü yerine eski takımlarla sunulan eski menü, filmin tarihsel sürekliliğe bir vurgusu aynı zamanda. Bütün bunlara kimsenin itirazı olamaz elbette, lakin Ayla Hacıoğulları ve Vilmer Özçınar ikilisinin senaryosunu kaleme aldıkları yapım, sahaya sürdüğü ‘Osmanlı’yla Cumhuriyet arasındaki süreklilik’ temasına göz atarken meseleyi doğru yerden mi tartışıyor, ondan emin değilim. Şöyle ki örneğin Ahir Usta, Mustafa Kemal’le söyleşirken Osmanlı’nın 600 yıllık geçmişini hatırlatıyor ve film boyunca sürekli olarak ‘eski’nin (yıpranmış bakır kazanlar dahil) öneminin altını çiziyor.
‘Son Akşam Yemeği’ Cumhuriyet’e geçiş sürecini bir mutfağın çeperlerinden aktarmayı tercih etmiş.
Lakin hanedan yıkılıp Cumhuriyet inşa edilirken eskinin tarihteki uzun süreli varlığından ziyade iktidarın, padişahtan ve yüzyıllar boyu hükümranlığını sürdürmüş bir ailenin sultasından alınıp halka, millete devri fikriyatından hareket edildi. Mesele eski rejimin süresinden, dayanıklılığından kaynaklanan gücü meselesi değil, demokrasiye geçişti. Senaryonun halledemediği yanlardan biri de Ahir Usta’nın komutanlarını zehirlemesine rağmen İngilizlerin elinden nasıl sağ salim çıktığına dair ikna edici bir açıklamasının olmamasıydı.
Menüde tarhana çorbası da var.
Oyunculuklara gelince; başta Ahir Usta’da Engin Şenkan, Mustafa Kemal’de Onur Tuna, Latife Hanım’da Pelin Akil ve minik Elif’te Azra Aksun olmak üzere hepsi gayet iyi performanslar ortaya koymuş. Bu arada ‘Son Akşam Yemeği’nin ‘politika ve yemek’ ilişkisi bakımından Roland Joffé imzalı, başrolünde Gerard Depardieu’yu izlediğimiz ‘Vatel’le aynı kulvarda olduğunu söyleyebiliriz.
Kadrajları, teknik yanı, kostüm tasarımları ve dekorlarıyla ‘Son Akşam Yemeği’, ‘Temiz ve kaliteli bir prodüksiyon’ tanımını hak eden bir çalışma. Bir de meraklısı için Ahir Usta’nın hazırladığı menüde neler olduğunu yazalım: Hünkâr tarhana çorbası, marmarina, saray kebabı, tatlı olarak helva-i hakani...
Gönder