Artık ülkenin nasıl yönetileceğini de seçeceğiz.
Tek adamların yöneteceği göstermelik Meclis’in olduğu “meşrutiyet” yönetimi mi yoksa parlamenter demokrasi ile güçler ayrılığının olduğu denetimin sağlandığı bir yönetim şekli mi?
Eğer Erdoğan’ı seçersek bu “tek adam” sadece Erdoğan olmayacak. Rejim, her defasında iyi liderler tarafından değil, kötü liderler seçildiğinde de onun duygu ve kararlarına göre sürüklenecek.
İşte bu yüzden tek adam rejimlerinde liderin psikolojisi ve karakteri kurulan düzeni de belirler.
Gelin anlatayım... Kleptokrasi nedir?
Yunanca hırsız anlamına gelen “kleptes” ve hükmetmek/güç anlamına gelen “kratos” kelimelerinden oluşuyor. Klepto Yunanca “hırsızlar” anlamına geliyor. Genel manada ise hırsızlar yönetimine “kleptokrasi” deniyor.
Yönetiminin demokrasi olduğu iddia edilen ancak aslında demokrasiyi “gerektiğinde binilen gerektiğinde inilen” bir araç olarak gören, ülke yönetimini ele geçirip o ülkenin kaynaklarını sistemli olarak soyup soğana çeviren lider, bir aile ya da siyasal veya dini bir gruba kleptokrat oluşturdukları sistemdir bu. Genelde ABD yanlısı Güney Amerika ülkeleri ve Afrika’da görülüyor.
Bu tür yönetim şekillerinde yöneticiler ülkeyi var eden bütün değerleri kendilerine göre tasarlarlar.
Yağma düzeninden beslenen kleptokratlar düzenlerinin bozulmaması ve beslendikleri düzenin devam etmesi için kendileri, aileleri, arkadaşları veya destekçilerinin yargılanmaması için ilk yaptıkları hukuk sistemini değiştirmek olur. Hukukun üstünlüğü ilkesini yıkıp “üstünlerin hukuku” sistemine geçerler.
Devlet kurumlarını denetlemekle görevli kurumlara sistemin devam edebilmesi adına eş, dost, akraba, partiden ataması yapılır. TDK (Türk Dil Kurumu) karşılığı arkadaş veya akraba kayırma yani nepotizm denir.
Siyasi kayırmacılığın bir türü ise “klientalizm” olarak görülür.
Hukuk ve devlet denetleme kurumları etkisizleştirilince gelsin komisyonlar, devlet fonları, gelsin maliyetinin 5 katına, 10 katına yapılan ballı ihaleler.
Halkın gerçekleri öğrenmemesi için gözü kulağı olan yazılı basın ve medya tamamen propaganda aletine dönüştürülür.
Kolluk kuvvetleri ve silahlı kuvvetler sisteme karşı gelmeyecek kişiler görev alacak şekilde yeniden dizayn edilir.
Devlete ait olan iştirakler, fabrikaların başlarına sistem uşakları yerleştirilir. Kurumlar zarar ediyor bahanesi ile özelleştirme adı altında satılır. Yapılan yatırımlar uzun vadede garanti adı altında sistemin klepteslerine tahsis edilir.
Devamlı zenginleşmek yerine daha da yoksullaşan halkın öfkesini kontrol edebilmek için de etnik milliyetçiliği, ırkçılığı ya da dini kullanırlar.
Kleptokratlar düzenlerinin bozulmaması için devamlı yalan söylerler ve hayali düşman yaratırlar. Olmayanı varmış gibi anlatır, kendi yaptıklarını başkaları yapmış gibi gösterirler. Olumsuz durumlarda dünya ülkelerini örnek gösterir, “Tüm dünyada oluyor” derler ama tüm dünyada olan şeyler istenildiğinde “Dünya ülkeleri bizi ilgilendirmiyor” derler.
Yandaşlarına yoksul halkın vergilerini aktarabilmek adına devamlı dev projeleri sunar, maliyetlerini ve faydalarını saklayarak arka planda yaratılan ganimeti paylaşmaya devam ederler.
Yaratılan sistem bir süre sonra artık iflasın eşiğine gelir. Sonuçta ülkenin yerli sanayisi zayıflar. Tarımsal üretim ve hayvancılık bitme noktasına gelir. Ancak sistem devam etmelidir.
Sistemin devam edebilmesi için temel hak ve özgürlükler askıya alınır. Devlet kurumlarının ücretsiz sağladığı hizmetler ücretli hale gelir ve “katkı payı” adı verilir.
Baskı başlar.
Düşünce dile getirilmediği veya yazılmadığı müddetçe suç sayılmaz. Sistemi anlatan kurum, kişi türlü suçlamalar ile derdest edilir ve oluşturulan partili hukuk sistemi içinde partizanlar tarafından yok edilmeye çalışır.
Ülkenin sivil toplum kuruluşları, sendikaları işlevsiz hale getirilir. İşlevsiz hale getirilmeyenler baskı, korkutma ve sindirme yöntemleri ile hain, düşman ilan edilir.
Ve mitomani başlar. Yalan söyleme hastalığı...
Voltaire’e atfedilen ancak kaynağı doğrulanamayan çok sevdiğim bir söz var:
“Sıradan hırsız; paranızı, cüzdanınızı, bisikletinizi çalar. Politik hırsız ise geleceğinizi, hayallerinizi, bilginizi, eğitiminizi, sağlığınızı, gülümsemenizi çalar. İkisi arasındaki fark, sıradan hırsız sizi seçer; siyasi hırsızı ise siz seçersiniz!”
Sonuç olarak pazar günü bir seçim var.
Ya ihalelerle, garanti ödemelerle, faiz oyunlarıyla köleleştirildiğimiz bir düzeni seçeceğiz ya da demokratik bir düzene geçerek hesap sorabildiğimiz şartları hazırlayacak bir yönetimi...
Gönder