adscode
adscode

Oto pazarı daraldı kaskonun ateşi söndü

Oto pazarı daraldı kaskonun ateşi söndü

Cumhuriyet’in henüz genç sayıldığı bir zaman diliminde doğdum; bir anlamda bugün 100. yılını kutladığımız Cumhuriyet’in son üç çeyreğinin tanığıyım.

Her devlette olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin hayatı da düz bir çizgiye sahip değil. 

Bir kere, kıtalar-aşan bir imparatorluğun mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti. İmparatorlukların tasfiye edildiği bir dönemde, Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine kuruldu. Kurucu kadro, savaşlarda yıpranmış, yenilgilerle morali bozulmuş bir halkı İstiklal Savaşı ile güvene kavuşturmuş, önceki dönemde aralıklarla denenmiş Meclis’li bir yönetime geçişi sağlayabilmişti.

İlk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün İstiklal Savaşı’nı kazanan ordunun başkomutanı da olması, hiç kuşkusuz, bir ailenin -Osmanoğulları’nın- yönetiminden halkın kendini yönetmesine geçişinde ve ardından yeni dönemin temellerinin atılmasında büyük yararı olmuştu.

Atatürk’ün sağlığında çok partiye geçişin iki kez denenmesi, denemelerin başarıya ulaşamamasına rağmen amaçlananın demokratik bir sistem olduğunu düşündürüyor.

Biraz gecikmeli de olsa, Cumhuriyet’in ilk çeyreğinin sonunda, çok partili demokratik sisteme de geçildi.

Çok-partili dönemin başladığı yılda doğdum.

Demokrasimizin birkaç kez darbelerle önünün kesilmesi o yoldan bütünüyle vazgeçilmesini getirmedi çok şükür. Yine de, her askeri müdahaleden sonra yaşanan çalkantılardan herkes gibi ben de az ya da çok etkilendim.

 
 

En fazla hayıflanacak şey, kuruluşundan bu yana geçen bir asrın sonunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasi konusunda hala bazı sorunlarının bulunmasıdır.

Hayatımın üçte ikisi siyaseti yakından gözleyerek ve çoğu zaman da daha iyiye doğru yol alması için başlayan tartışmalara katkıda bulunarak geçti.

En başlarda, 1970’lerde, ülkede neler tartışılıyor ise, bugün de hemen hemen aynı şeylerin tartışılıyor olması, beni son zamanlarda daha fazla düşündürüyor.

Dünyanın gittiği istikamet her zaman bizim tercihlerimizle örtüşmüyor; dünyanın gidişine ayak uydurmak yerine, kendi yürüyüşümüzün doğru olduğunu düşünüyoruz.

Geçmişte de böyle düşünüldüğü için sanayi devrimini yakalayamamıştık; bugün de teknoloji devriminin uzağındayız.

Elbette bu Cumhuriyet’in kabahati değil; ancak dünyadan kopukluk özgüven eksikliğine yol açabiliyor ve durduk yere ‘beka sorunu’ olarak karşımıza çıkabiliyor.

Her ülkenin sorunları var, ama özendiğimiz ülkelerin hiçbirinde ‘beka’ diye adlandırılabilecek bir sorun yaşanmıyor.

Yaş günleri söz konusu olduğunda beşli-onlu yıllar nasıl önemseniyorsa, devletler için de 25’li, 50’li, 75’li yıllar ve özellikle de 100. yaş önemli sayılabilir.

 
 

Türkiye Cumhuriyeti 100 yaşına girdi, bu bütün ülkede kutlanıyor, ancak kutlamalardan her eğilim kendi farklı cumhuriyet anlayışını kutluyor hissi almamak elde değil. Bu sebeple de, Cumhuriyet’in 100. yıldönümünü hakkını vererek kutladığımız söylenemez.

Oysa işte bütünüyle Cumhuriyet yönetimine geçildikten sonra -hatta çoğunluk olarak bayağı sonra- doğmuş, halkın kendisini yönetmesini sağlayan Cumhuriyet sayesinde yönetime talip olmuş insanlar siyasetle meşguller; iktidar ve muhalefet olarak… 

Galiba bunun değeri bile tam anlaşılmış değil. 

Devletler sistemleri değişse bile insanlardan daha uzun ömürlüler. İnsan dediğin, bir zaman geliyor, bu dünyadan ayrılıyor; oysa devletler genellikle ‘ebed müddet’ hayatta kalıyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılının kutlandığı sırada, ben de onun üç çeyreğini yaşamış biri olarak hayatımı sürdürüyorum ve onun ‘ebed müddet’ süreceğine inancım tam.

Bütün dileğim, Cumhuriyet’in sağladığı zeminin, insanlara özgürlüklerini tam anlamıyla yaşayabilecekleri, yarınlarına güvenle bakabilecekleri, kendilerinden sonra geleceklere de övünülebilecek huzur ve müreffeh bir ülke bırakabilecekleri bir verimli iklimi getirebilmesidir.

Cumhuriyet’in 100. yılı kutlu olsun.

İlk Yorumu Siz Yapın

Gönder