Babam ayakkabı tamircisiydi. Biz uyandığımızda işe gitmiş olurdu. Annem her sabah ablamla bizi uyandırırken bir yandan da kahvaltıyı hazırlardı. Aceleyle atıştırır, babamın masanın ucuna bizim için bıraktığı 25'er kuruşları alıp ‘Allah zihin açıklığı versin'ler eşliğinde çıkardık kapıdan. Okul harçlıklarımızdı.
Birinci mi ikinci mi şimdi tam anımsamıyorum, bir tenefüs daha uzun olduğu için bahçedeki okul kantininde kuyruk olurdu. Sıra geldiğinde benim istediğim şey hiç değişmezdi. Zaten az sayıdaki seçeneklerden 25 kuruşa bir gevrek bir de buzlu sudan çıkmış Cincibir gazoz!
Ablam ise tutumluydu, genellikle kantine pek uğramadığı için harçlığı ara sıra parmak çikolata şeklinde ziyafet olurdu bana… İçindeki parmak şeklindeki çikolatayı ağır ağır keyifle götürdükten sonra parlak kaplamasını atmaz, düzeltir defterin arasına koyardık… Kantindeki en pahalı üründü, 25 kuruştu.
Yani ben seyrek de olsa bir günde 50 kuruş harcayabilmış çocuklardan biriyim!
Harçlık, gazoz ve simide gittiği için okul çıkışında kapının önünde bizi bekleyen bir kaşık aldıktan sonra illa ki ‘paspas' deyip etrafa püskürtülen leblebi tozu satıcısına, kaselerin altına 25 kuruş ödül koyan piyangolu aşureciye, nar gibi kızarmış ayva satıcısına, sıcaklarda özel aleti ile sandviç dondurma yapan dondurmacıya yutkunarak bakardım.
Bayramlar hariç benim ve mahalledeki bütün çocukların bildiği en büyük paraydı 25 kuruş… Oyunlarımızın parçasıydı.........
Gönder