Daha sonra konu üzerine hallenerek fakir de epeyce düşündüm; Allah’ın görmediği bir yer olamazdı. Ama doğru ya bu, görmek değil bakmak, daha da doğrusu “nazar etmek” ile ilgiliydi. O’nun nazarı pür nur olsa gerekti. Ve nazar ettiği yer de o nurla baştan aşağı yıkanır,temizlenirdi muhakkak. Yeter ki nazar edecek, varlığa dair bir şey olsundu orada. Bereketlenirdi.. Lakin anladım ki ömür boyu “nefs-i emmare”sine uyup da böylece yoklukla matuf olanın ahiretteki menzili de ancak yokluğa dönmek olacaktır. O kişi ki kendine üflenen nefesin kıymetini bilmemiş, ruhuyla, hakikatiyle kendini zerrece ilişkilendirememiş, zalim olmuş. Öyleyse ortada muhatap alınacak bir eser de yok artık. Meğer gayrısına uyanamadığın tüm kesafetin, tüm zulmetin, güneş tepeye varanda kaybolacak bir gölge nispetinde imiş. Ah!.. “De ki; Hak geldi, batıl zail oldu. Şüphesiz batıl yok olucudur”(İsra 17;81)
Yine de içimde bir tereddüt, nefsimin ağırına gitmişti “bakılmayacak bile” ihtimalini kabullenmek. O hep bir şekilde yırtacağına dayanacak ya. Bencil, ne yapsa olur ve hep en iyisine layık(!) Korkutulmayı ise hiç sevmiyor. Çünkü anlamak istemiyor; Korkunun esasen sevginin cüzü olduğunu… Halbuki bahsedilen korku, sevgiliden uzak kalmaya duyulmasıyla sevginin olmazsa olmazı, sevgilinin kalbini kırmaya duyulmasıyla özenin, edebin,, hatta o haşyet, tevazunun ve azameti idrakin ve daha nice kulluk halinin dayanağı. Varacağı yer de aşktır nihayetinde; sevgilinin varlığında kaybolmak(yokolmak), kaybolunca bulunmak, bulunmakla yoklukta varolmak; İllallah!
Nitekim daha da araştırdım ve net bir şekilde çıktı karşıma; “Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya(bedele) satanlar var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur; Ve Allah onlar ile konuşmayacak ve kıyamet günü onlara nazar etmeyecek(bakmayacak), ve onları temize çıkarmayacak(yüceltmeyecek). Ve onlar için elim azab vardır”(Ali İmran 3;77) Peki ne yapmalı? Sonumuzun aydınlık olması için şu zulmani nefsi(emmare)mizle uğraşmakta nasıl bir yol tutmalı?
“Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş” dediği gibi Niyazi Mısri Hazretleri’nin, geçenlerde bir farkettim ki mevzubahis ayet, belki de en etkili nefisle mücadele yöntemini de kendi içinde saklamıyor muymuş aslında; “Sen de konuşma, sen de bakmasana!”.. Nefs-i emmareye(nefsin kötülüğü emreden katmanı) dair ne varsa.. Dikkatini verme ona, çünkü bundan beslenip güçleniyor. Muhatap alma onu, çünkü seni ayartıp yoldan çıkarmaya çalışıyor.. Konuşmayacaksın, ama işitmiyor değilsin. Bakmayacaksın, ama görmüyor değilsin. Olmayacaksın, ama bilmiyor değilsin.. Ona enerji harcayacağına, enerjini iyiyi doğruyu dinlemeye, güzelliğe hoşluğa bakmaya harcarsan eğer, zayıflayacaktır o kötücül fısıldama, susacaktır o habis uluma ve yitecektir o çirkin manzara zamanla. Yalnız, uygulamaya kendinden başlamak şartıyla!
Tabi düzen yokluğu kabul etmediğine göre, çevremizde konuşacak Hak dostlarının varlığını artırmakta, işitilecek Hak kelama hayatımızda daha fazla yer açmakta, gözümüzü odaklayabileceğimiz güzel ve temiz şeyleri kendimize yakın tutmakta fayda var şüphesiz. İtinayla zor zamanlarda hatıra getirilecek hoşluklar biriktirmeliyiz. Bir yandan da hoş nazarla bakmayı ilke haline getirmeliyiz. Ve mücadeleyi içte dışta uyumlu biçimde yürütmeliyiz.. Yoksa korkarım batıl ilahlık iddiamızdan başka türlü silkelenemez, bu cehaletten kolay temizlenemeyiz… "Kolaylık göster, affa sarıl, iyiliği tavsiye et, cahillerdense sarf-ı nazar et”(Araf 7;199)
Ki bencil insan; en cahil insan. Nefs-i emmarenin emaresidir cehalet. Cahil insan; kendini bilmez insan. Esas, kendi bildiği gibisinde direten insan. Kapalı, nadan.. Hele cehaletini dayatan.. Dinlemesi bile cehaletine malzeme toplamak için olan… Gücü olduğuna inandığında zorbalıkla, o gücü bulamadığında kendine acındırmakla yaklaşır sana(nefsinin aslınla olan münasebeti şeklinde yorumla). Her halükarda onun merkezinde dönmektedir dünya. Ve seni de ister yörüngesinde. Yoksa kara deliğe.. Acınacak halde de olsa, bu halde ilahlık mı olur deme, “ezik ilah” o da…(dikkat;nefsin bir başka oyunu olan eziklikle salih kulların alameti tevazu karıştırılmamalı)
Binaenaleyh, mevzubahis ayetten hareketle hesap günü gelmeden, yani henüz vakit varken biz de içimizdeki iyiyi güzeli muhatap almalı, o tarafımızla özdeşleşmeye çalışmalıyız. Zaten cehaleti giderici ve hakiki olan odur.. Belki mesele toplumsal ilişkilerimize de adapte edilebilir. Bu, kişileri yargılayıp hoşumuza gitmeyeni yok saymak basitliğinde değerlendirilmemelidir. Böylesi kibir olur..
Teklifim, (belirtildiği üzere başta kendi nefsin)muhataplarımızın hep iyi tarafına hitap etmeyi öncelemekle ilgili. “İyi/kötü” kavramlarını doğru anlayarak ve gücümüz oranında tabi. Kişinin zarar verici huylarından vazgeçme gibi samimi bir niyeti yoksa sakınmalı o zaman kendini… Anlayacağınız görmezden gelmek, yüzleşmemek değil öneri. Bilakis gördüğün bir kiri temizleyerek bir an evvel göz önünden kaldırma, imkan yoksa tevekkül edip, uzatmadan, ısrar etmeden güzelin olduğu başka yöne seyretme teklifi. Böylece her şey yerli yerini bulur ve biz de ali ve baki olanla kalırız düşüncesi.. Unutmak yerine hatırlamayı önceleyerek, karanlık yerine aydınlığı, pislik yerine temizliği, su-i zan yerine hüsn-ü zanı, kin, nefret, öfke yerine merhameti, afvı, bağımlılık yerine bağlılığı… Sanırım dikkati ve zamanı bu şekilde yönetmeli. Öğrenmeli! Ki batıl olana saplı kalmayalım, “Elest Bezmi”nde Yaradan’ımıza verdiğimiz söze sadık kalanlardan olalım.. Evet, rehbersiz kolay değil.. O halde; “Fefirru illallahi”(Allah’a firar ediniz - Zariyat 51;50) O Alim’dir, Hakim’dir. Yar ve yardımcımız olsun! Halk eder vesileleri.. Hu
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
Gönder