Erzurum’daydım. Hayli zaman önce. Allah afiyet versin İhsan Süreyya Sırma Hoca’nın bir sohbetini dinledim. Sahabe-i Kiram’ı anlatıyordu Hoca. “Hicretten 30 sene sonra Erzurum’a geldiler” diyordu, “Ne işleri vardı bu soğuk memlekette?”
Hicretten 70 sene sonra Endülüs’e vardılar, Hicretten 20-30 sene sonra Orta Asya’ya ulaştılar. Bunları biliyordum da galiba İhsan Hoca Erzurum’da anlattığı için Hicretten 30 sene sonra Sahabe’nin sıcak bir diyardan Ceziretü’l Arab’dan kalkıp şu soğuk Erzurum’a ulaşması bana daha çarpıcı gelmişti.
Tarihte ender görülen bir enerjiydi o. Mağrip ile maşrıkı birbirine kavuşturan.
Mamafih, şanlı tarih, fütuhat söylemleri gençlik yıllarımdaki kadar cezbetmiyor beni. İçinde bir güzellik bulabilirsem, bir medeniyet, bir incelik, adalet… O cezbediyor.
Yine de sorasım geliyor.
Nerede şimdi o Araplar?
Hepsinin birinci önceliği altlarındaki koltuklar.
Nazlı nazlı salınıyorlar sarayların koridorlarında.
Filistin’i İsrail’in insafına terk ettiler.
Sadece Arap olanlara mı yamamalıyım bu terk etmişliği?
Biz miting tertip ediyoruz. Hiç yoktan iyidir.
Tel Aviv büyükelçimizi birkaç günlüğüne de olsa istişare için Ankara’ya çağırmak soykırımın dördüncü haftasında aklımıza geldi.
O da hiç yoktan iyidir.
Hiç yoktan iyi olanlar dışında ne varsa… Hangi noksanlık, hangi gevşeklik… Bölüştürelim bizim dünyamıza.
Bölüştürelim insanlığa.
Biz de payımızı alalım.
***
Durup dururken gelmedi hatırıma o Arapların şimdi nerede olduğunu sormak.
Filistin’in korkunç bir kuşatmanın altında eziliyor. Gazze’de Hitler’in ruhu İsrail’e hulul etti. Avrupa’nın ortasındaki soykırımın benzerini şimdi Akdeniz’de tekrarlıyor.
Böyle bir mevsimde biraz Arap şiiriyle, bilhassa Filistin’e dair şiirlerle hemhal olmak istedim…
Büyük şair Nizar Kabbani’nin bu soruyu can alıcı bir biçimde sorduğunu gördüm.
(Kabbani Suriyeli, sakıncalı bir şairdir. Yasaklı şiirlerin şairi.)
Bu şiirden mutlaka daha önce bu sütunda bahsetmişimdir. Ama bugünlerde hatırlanmaya değer.
Ayrıca şiirin sadece Araplara değil, bütün İslam dünyasına ne olduğunu sorguladığını düşünmemize bir mâni yok.
Şiirin başlığı ne olduğunu özetliyor aslında:
“Halid bin Velid’in işten çıkarıldığının resmidir.”
Devam ediyor Kabbani:
“Arabî çağı çaldılar bizden
nebî’nin evinden fâtımatu’z-zehrâ’yı çaldılar
ey salâhaddîn, kur’an’ın ilk nüshasını sattılar
ali’nin gözlerindeki hüznü sattılar
ey salâhaddin, seni ve bizi toptan sattılar açık artırmada.
şam’ı fethettikten sonra işten çıkardılar hâlid’i
cenevre’ye elçi olarak atadılar
siyah fötr şapka giyiyor artık o
sigara tüttürüyor, havyar yiyor fransızca homurdanıyor
avrupalı sarışınlar arasında kâğıttan bir horoz gibi geziniyor
hayret, nasıl da evcilleştirdiler bu kureyşli komutanı
kahramanlarımız işte böyle iğdiş ediliyor ey yavrum!”
Filistin ve şiir deyince
“Defolun toprağımızdan, denizimizden, havamızdan
Buğdayımızdan, tuzumuzdan, yaramızdan
Her şeyden defolun!” diye haykıran Mahmut Derviş’i de hatırlamamız gerekiyor. Bu defa başka mısralarla:
“Ah! Ya cürhi’l mukâbir/Vatani leyse hakibe/Ve ene leyse musafir/İnneni el-Aşık ve’l ardu habibe”
“Ey mağrur yaram
Vatanım bavul değil
Ne de ben misafirim
Ben aşığım, vatan sevgilim.”
Bu şiirlere bir mukabele, şair Ömer Erdem’den geldi. Bir yerde yayımlandı mı bilmiyorum. Sadece şiirin İsrail’in Gazze’deki katliamın ilk günlerinde yazıldığını biliyorum.
“Sen ekmek çaldın İsrail
Sen çarşıdan üzüm çaldın
Çocukların burnundan
Oksijen tüpü çaldın”
“Boşuna ağlayıp durma o duvarın önünde
Sen artık yıkılacak bir duvarsın İsrail.”
Gönder