Son günlerde Türkiye’de bir korku filmi senaryosu olsa “Bu kadarı da olmaz” diyebileceğimiz bir olaya tanıklık ediyorum.
Bana göre son yılların en iyi gazetecisi Timur Soykan’ın ortaya çıkardığı akıl almaz olaylardan biri daha.
Eski İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Ana Bilim Dalı Başkanı ve Adli Tıp Kurumu’ndan FETÖ’cülük nedeni ile ihraç edilen Prof. Dr. Süleyman Salih Zoroğlu adında biri.
Özel muayenehanesine getirilen çocuklara bazı halüsinatif ilaçlar içirdikten sonra çocukların anne ve babalarına karşı “cinsel taciz” suçlamaları yapmaları için baskı kuran, bu yolla çocukları ailelerinden koparmayı ve iddiaya göre FETÖ bağlantılı kişiler tarafından yetiştirilmelerini sağlamaya çalışan bir ruh hastası. Şeytanın insanda kişilik bulmuş hali.
Olayın buraya kadar olan bölümünü zaten Timur Soykan yazdı ve gözlerimize inanamayarak okuduk.
Şimdi gelelim meselenin bir sonraki aşamasına.
Eğer FETÖ, darbe girişimi öncesi gücünü koruyor olsaydı ya da bu olay iktidar ile FETÖ kavga etmeden önce gerçekleşse idi ne olurdu!
Olacağı söyleyeyim.
Polis FETÖ’nün elinde olduğu için bu olay kolay kolay ortaya çıkarılmaz idi. Daha başında örtbas edilir, ailelerin çabaları karşılıksız kalır, sapık psikiyatr işi yapmaya devam ederdi.
Ezkaza FETÖ’cü olmayan doğru düzgün bir polis bunu ortaya çıkarsa, yargıda da hakim olan FETÖ bu işi savcılık aşamasında örtbas eder, olayı ortaya çıkaran polis görevden alınır ve suçlu ilan edilirdi.
Olay basına bir şekilde yansırsa, bu kez de konu “sol basının mütedeyyin profesöre yönelik haksız saldırısı” olarak lanse edilir, iktidar yanlısı basın Timur Soykan’ı ve gazetesini ipe çekerdi. Herkes de namazında niyazında bir profesöre çamur atanları lanetlerdi.
Anladınız mı şimdi tarikatlardan, inanç baskısından arındırılmış bir emniyetin, bir yargının, bir devletin niye önemli olduğunu.
Bu rezillik 7 sene önce olsaydı asla öğrenemiyor olurduk.
Bugün öğrenemediğimiz ne rezilliklerin olduğunu da belki 10 sene sonra öğreniriz.
O da belki!
Irkçı savunma modeli
Bazı tartışmaların çok uzun süre sona ermediğini ve ermeyeceğini, geçmişte aynı konunun nasıl tartışıldığını göstermek için dün Yılmaz Güney’le ilgili 23 yıl önce kaleme alınmış yazıları yeniden yayımladım.
Toplumun bugün o günkünden çok daha geride olduğunu anlamak birkaç saat bile sürmedi.
Hakaretler havada uçuşmaya başladı.
Tabii onunla sınırlı kalmadı.
“Irkçı” gruplar harekete geçti. Her meseleyi “ırk” üzerinden, etnisite üzerinden ele almayı vazife edinmiş, “ırkçılığı” geçim kapısı haline getirmiş bazıları anında Yılmaz Güney’e yönelik eleştirileri “Kürt olmasına” bağladılar.
Ben ise Güney’e yönelik o günkü veya bugünkü eleştirilerin Güney’in etnik kökeni ile bir alakası olduğunu zannetmiyorum.
Pavyonda tartıştığınız birini öldürürseniz ister Türk olun, ister Kürt olun, isterseniz Japon veya Ugandalı olun fark etmez.
Katil olursunuz.
Fikirlerinizden dolayı değil, cinayet işlediğiniz için hapse atılmışsanız, Türk olunca katil, Kürt olunca fikir suçlusu olmazsınız. Japon veya Ugandalı olmanız da durumu değiştirmez.
Tam aksine, bu gibi durumlarda meseleyi etnisiteye, ırka göre farklı bir biçimde ele alırsanız ırkçı olursunuz.
Yıllardan beri İbrahim Tatlıses’in kadınlara yönelik tavrı, kendisi ile tartışan bir kişinin Tatlıses’in bir yakını tarafından anında vurulup öldürülmesi, ayrıldığı kadınların farklı zamanlarda vurulması Tatlıses’in eleştirilmesine neden oluyor.
Tatlıses de Kürt. Onu da eleştirenler “anti Kürt” mü!
Peki o zaman benzer suçları ve hatta beterlerini Yılmaz Güney işleyince eleştirmek niye Kürtlükle bağlantılı hale getiriliyor!
“Yılmaz Güney çok iyi bir sinemacıydı” … Tamam, buna bir itirazımız yok. Olabilir. Öyledir. İbrahim Tatlıses de çok iyi bir şarkıcıydı.
Sanat alanlarında çok iyi olmaları diğer alanlarını eleştirmemizi engellemeli mi!
Roman Polanski de çok çok iyi bir yönetmen. Ama çocuk tacizcisi olduğu için ABD’de mahkum oldu. Hiçbir ırkçı çıkıp da “Yahudi olduğu için” de demedi, “Polonyalı olduğu için” de.
Adi suç adi suçtur.
İşleyenin hangi ırka mensup olduğu, doğru düzgün toplumlarda, hakiki hukuk devletlerinde, ırkçılığın egemen olamadığı yerlerde önem arz etmez.
Cezanın ırka bağlı olması gerektiğini savunanlar ise ırkçıdır.
Bana göre Yılmaz Güney, İbrahim Tatlıses’in soldan direksiyonlu olanıdır.
Kaza yaptığınız zaman sağdan mı, soldan mı kullandığınız fark etmez.
Ha bu arada unutmadan söyleyeyim, gençler bilmeyebilir. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü’nü kazanan Yol filminin yönetmeni Yılmaz Güney değil, Şerif Gören’dir. Güney, filmin senaristidir.
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
İnsanları inancına ya da ırkına göre değerlendirmediğimiz zaman.
Gönder