İlk anket çıktı ama önce Erdoğan'ın, dün AK Parti Grubunda ne deyip ne demediğine bakalım.
'Bay Amerika'ya ismen çıkışmadı.
Batı'ya eleştirisini, genel tuttu. Özel olarak bir ülkeyi veya liderini hedef almadı.
İsrail'le Türkiye ilişkisini ise devletler yerine liderler zaviyesinden ele aldı. Netanyahu'yla kişisel ilişkisine bir düzeltmede bulundu. Sadece bir kere elini sıktığını söyledi. Geçen ay New York'ta görüşmüş ve karşılıklı ziyaret için sözleşmişlerdi, onu iptal etti.
Davos'taki 'one minute' çıkışını da hatırlattı, ancak 'haydut devlet' söylemini tekrarlamadı.
İsrail'e örgüt, dedi. Terör örgütü demekten sakındı.
Kısacası Erdoğan; Netanyahu'yla kişisel ilişkisini askıya almak dışında, devletten devlete bir yaptırımdan, normalleşmeyi askıya almaktan, ilişki kesmekten ya da maslahatgüzâr düzeyine indirmekten söz etmedi.
Buraya kadarı, Batı'dan yeni bir epistemolojik kopuşa yol açmayacak düzeyde.
Ekonomimize etkileri açısından bir hasar tespiti yapılacaksa şunu da not edelim: Eylemle söylem arasında da gözlerden kaçmayacak bir fark var.
Erdoğan, Cumhurbaşkanı olarak İsveç'in NATO'ya katılım protokolünü imzalamış ve Meclis'in onayına göndermişti. Ama AK Parti Genel Başkanı olarak Meclis'te konuşurken konuya girmedi, parti grubuna bir talimat vermedi.
Stockholm sokaklarında terör propagandasıyla kutsalımıza saldırı serbestken benden geçmez, şartlarımızı karşılamadılar ya da ABD Başkanı F-16'larla ilgili Kongre'sine söz geçiremiyorsa ben de Meclis'imizin kararına karışamam; söylemlerine girmedi.
Batı, fotoğrafı okurken bu farkı da dikkate alacaktır.
BATI'DAN YARIM KOPUŞUN RİSKİ
Yine de Erdoğan; 7 Ekim'den beri gözettiği diplomatik dengeden, 'soğukkanlı devlet aklı' dediği dilden ayrıldı dün.
Ankara'nın tutumu; Hamas'a değil Gazze halkına sahip çıkma ve iki tarafın sivil katliamlarına karşı durma şeklindeydi. Bu değişti.
Erdoğan, Hamas için terör örgütü tanımlamasına karşı çıktı. Ülkesi için savaşan bir kurtuluş ve mücahit grubu olarak tanımladı.
Hani; Ankara o sabah Hamas lideri Haniye'den, İstanbul'dan gitmesini istedi, diye rivayetler dolaşıyor ya... Yalanlamak kesmemişti. Belki onların etkisini kırmaya yarar.
Batı'dan tam kopmayan ama yarım ayrışan bu çıkış; Türkiye'nin, Katar gibi Körfez ülkeleriyle ilişkilerini rahatlatır.
Peki alınan riske değer mi? New York, Londra ve Paris'ten sonra Körfez başkentlerine kaçıncı kaynak arayışı turuna çıkan Mehmet Şimşek'e sormak gerek.
HAMAS'A KEFİL OLALIM MI, OLMAYALIM MI?
Örgüte sözü geçen, temsil yetkisi verdiği ve onun adına muhatap alınması gereken bir konum elde etmek için Hamas'a kefil olunacaksa...
Masadan dışlamak isteyenlere karşı Ankara'ya aradığı rolü sağlayabilir mi; şüpheli.
Ankara'nın, ateşkes ve barış görüşmelerinde etkin ara buluculuk rolü oynamasını daha da zora sokma ihtimaliyse yüksek.
Erdoğan'ın şu cümlesi yumuşatabilir belki:
“Bu savaşı, Haçlı-Hilal meselesine döndürmeyin. Aksi takdirde insanlığa yazık olur..."
Hamas'a mücahit dese de Erdoğan, İsrail-Hamas savaşını hâlâ din savaşı olarak görmediğini ve savaşa karşı barışı savunduğunu duyurmuş oluyor.
Dikkat ve özenin bu kadarı yeter mi, bulacağı karşılık gösterecek.
Gelelim, halkın Erdoğan'dan ne beklediğine...
Metropoll'ün anketine yansıyan şu; AK Partililerin bile yüzde 80'i, iktidardan tarafsız kalmasını, mümkünse arabuluculuk yapmasını ama dengeyi bozmamasını istiyor.
Yani Türkiye, katliamlara karşı Gazze halkından yana ama İsrail'e karşı Hamas'ı da tutmalı mı; derseniz...
Çoğunluk, Hamas'la mesafenin korunmasından yana.
Hamas'ın arkasında durma talebi, genelde yüzde 12'yi, en yüksek olduğu HEDEP ve Yeniden Refah tabanlarında bile yüzde 20'yi geçmiyor.
Şöyle özetlenebilir:
Hamas siyasi liderleri bile İsrail'e saldırıyı TV'den öğrendiklerini, haberleri olmadığını söylüyor. Milyonların kaderini etkileyen bir kararı sormamışlar. Kim, nasıl aldı; bilmiyoruz. Sızma, yönlendirme, başka parmak ve hesap var mı? Sorgulanmayacak, bölge devletleri de bir örgüt aklının peşine takılacak, öyle mi!
Gönder