Son seçim yenilgisi sonrası siyasi tartışmalara biraz ara verip dinlenmek, biraz geçmişe, biraz geleceğe dair okumak isteseniz de başarmanız zor. Seçim travması tatil beldelerinde çok daha derin yaşanıyor ve "kibri" elden bırakmayan öfkeli bir ruh hâliyle karşılaşıyorsunuz. Nereye giderseniz gidin, ister bir deniz kenarına ister bir semt pazarına fark etmiyor, aynı ruh hâliyle siyaset tartışılıyor.
İyi olan ilk kez tartışmanın muhalefet üzerinden yürümesi. Ancak ümitsiz seçmen hâlâ muhalefet partileri içinde yürüyen, "O gitsin ben geleyim" tartışmasına kilitlenmiş durumda.
Ne yazık ki muhalefet cephesinde bu kilitlenmeyi, bu sıkışmışlığı aşacak cesur bir çıkış da yok. Ne siyasetçiler ne de aydınlar seçim sonrası sahici ve samimi bir yüzleşme yapmış değil. Mayıs yenilgisi sonrası çok sayıda "Muhalefet ne yapmalı?" yazısı okudum. Hiçbiri o ağır travmaya çare önermiyor.
Çünkü hiçbirinin analizi Türkiye gerçekliğiyle örtüşmüyor. AK Parti'yle Başkan Erdoğan'ın neyi değiştirdiği, halkın neden her seçimde destek verdiği gerçeği görülmediği gibi Türkiye'nin bu yolculukla küresel arenada nasıl bir rol oynadığı da görülmedi.
Doğal olarak o aydınların kılavuzluk ettiği siyasi partiler de aynı körleşme içinde girdiği her seçimi kaybetti ve her yenilgiden sonra aynı ezberi tekrarladı.
Şimdi bire bir aynı olmasa da benzer bir şeyi, son yıllarda başta ABD olmak üzere birçok ülke de yaşıyor. Bugünlerde tutuklanmaya kadar rezillikler yaşatılan eski ABD Başkanı Trump ile Başkan Erdoğan arasında çok ciddi farklar olsa da böyle bir benzerlik kuruluyor. Ama ne yazık ki aynı benzerliği ABD aydınları ile Türk aydınları arasında kuramıyoruz.
Bu açıdan son günlerde ABD kaynaklı iki siyasi analiz dikkat çekici. İlki Amerikan Demokratlarının ilgiyle izlediği New York Times yazarı David Brooks'a aitti. Brooks, New York Times'ta "Peki ya bu hikâyedeki kötü adam bizsek?" başlıklı çok ilginç yazısında Trump ve Trumpizmi eleştirirken, iğneyi ise kendisinin de içinde yer aldığı "elitlere" batırıyordu:
"Biz Trump karşıtları iyi adamlar oluyoruz. İlerlemenin ve aydınlanmanın güçleri olan 'iyi adamlar'. Trumpçılar ise gerici yobazlar ve otoriterleri temsil ediyorlar. Bu argümana kısmen katılıyorum diyebilirim, fakat argüman aynı zamanda elitlerin kendi kendini tatmin etmesi sağlayan bir anlatı."
Türkiye'de de geçmişten bugüne "tek tipçi" siyasiler ve aydınlar vardı ve "kibir" içinde "elit" olmakla övünüyorlardı.
ORTA GÜÇLER VE TÜRKİYE
İkinci yazı da Financial Times'ta çıktı. Onun başlığı da "Orta güçlerin yükselişi başladı". Yazının başlığı ister istemez bana Türkiye'nin son 20 yılda dünyada oynadığı rolü hatırlattı. Yazar Alec Russell ayrıntılı analizinde dünyanın orta güçleri arasında Türkiye'yle birlikte Almanya, Suudi Arabistan, Hindistan, İsrail ve Endonezya'yı sayıyor.
Türkiye'yle ilgili şu tespiti dikkat çekici:
"Türkiye, Rusya'nın Ukrayna işgalindeki tutumuyla Batı'nın bazen yanında bazen karşısında durma konusunda incelenmeye değer bir örnek..."
Düne kadar Türkiye'ye saldıranlar Başkan Erdoğan gerçeğini ve Türkiye'nin küresel dünyanın "orta güçleri" arasında yer almasını kabul ederken, bizdeki aydınlar bu gerçeği bile görmüyor.
Daha beteri, şimdi Kılıçdaroğlu'na daha milliyetçi olmayı, Akşener'e ise daha ırkçı bir göçmen karşıtlığı siyaseti öneriyorlar.
Muhalefetin "Ya kötü adamlar bizsek!" diyebilen cesur aydınlara ve siyasetçilere ihtiyacı var.
Ya kötü adamlar bizsek diyebilmek
Ya kötü adamlar bizsek diyebilmek
Gönder