Baba saygın bir Kürt besteci... Şah döneminde el üstünde tutuluyor, lakin Humeyni rejimiyle birlikte gözden düşüyor ve ülkeyi terk etmek durumunda kalıyor. Giwar ise bir mağarada doğuyor, bir süre Irak’ta annesiyle birlikte kaçak yaşıyor, ‘casus’ suçlamasıyla itham edilirlerken Paris’te yeni bir hayata yelken açıyorlar. Lakin burada da fazla durmuyorlar, babaya bir müzisyen için en doğru adresin Almanya olduğu söyleniyor. Bonn’a taşınıyorlar. Derken baba, orkestrasındaki bir kadına âşık olarak onu, kız kardeşini ve annesini geride bırakarak çekip gidiyor. Giwar müziğe istidatlı ama aileye de bakmak zorunda olduğunu düşünüyor. Okulda gizlice porno kasetleri satıyor ama deşifre oluyor ve okuldan atılınca da eğitim hayatına son noktayı koymak durumunda kalıyor. Sonrasında hayatı illegal yollardan kazanmanın yöntemlerini keşfediyor; uyuşturucu satıcılığına soyunuyor, giderek palazlanıyor, zamanla işi büyütüyor. Mafya içinde sağlam bir yeri olan, en yakın arkadaşı Miran’ın amcası ‘Yero’ da onlara arka çıkınca etkileyici bir güce kavuşuyorlar. Peşi sıra büyük bir altın soygunu işine giriyorlar, ancak Giwar eylemin ardından hapsi boyluyor ve burada yeni bir müzik türüyle tanışıyor: Rap...
Akın’ın suça eğilimli kişiler üzerinde gelişen filmografisi içindeki yeni bir sayfa olan ‘Ren Altını’, Giwar’ı sistem dışına iten etmenlerle ilgileniyor elbette ama asıl olarak karakterin gezindiği ‘tuhaf’ dünyayı ve bu dünya içindeki ilişkileri mizah tonu yüksek bir anlatımla perdeye taşıyor. ‘Xatar’ aslında eğitimli ve kimi nedenlerden dolayı çizgi dışına çıkmasa, babası gibi müziğin daha ‘elit’ parkurlarında ilerleyebilecek bir kapasiteye sahip görünüyor. Fakat göçmen kimliği, ailesine bakma sorumluluğu ve bu sorumluluğun üstesinden gelirken yasadışı yollara sapması derken hayat onu bambaşka denizlere taşıyor.
UĞUR YÜCEL MUHTEŞEM
Malum, biyografik yapımların ‘Yaşamından şu kesiti almış, bu kesiti almamış; şu olaylara fazla eğilmiş, bu olayları es geçmiş’ türden her daim bilinen sorunları vardır. İsmini ünlü besteci Richard Wagner’in ‘Nibelung Yüzüğü’ adlı eserinin ilk bölümü olan ‘Ren Altını’ndan alan yapım da kimi ‘biyografik sorunları’ üzerinde taşıyor. Filme yöneltilecek en önemli eleştiri belli yerlere odaklanmaması ve ana karakterin hayatındaki tüm dönemeçlere alabildiğince uğraması olabilir. Ama Fatih Akın artık öyle usta bir yönetmen ki, bu tür dertleri örtbas eden rejisi ve akıp giden anlatımıyla bence son derece hoş, izlenmesi zevkli ve arka planında sağlam bir sosyolojik bakışa sahip, kayda değer bir yapıta daha imza atmış. Bonn’daki mahallede âşık olduğu Şirin’e olan hiç bitmeyen ilgisiyle birlikte bu sıradışı öykünün genel bir çerçevede başarılı bir ‘göçmen filmi’ne de dönüştüğü kanısındayım. ‘Ren Altını’; Kürtler, Türkler, İranlılar, Alman toplumu, Hollanda cephesi derken geniş bir coğrafyaya yayılıyor.
Gönder