Tanrı Katilliğinden Mesih Şahitliğine;
Hristiyanlığı benimseyenlerin yaklaşımına göre Mesih İsa’nın Yahudiler tarafından çarmıha gerilerek öldürülmesi takip eden asırlar boyunca Hristiyan dünyada Yahudilerin “Tanrı Katili” olarak görülmelerine, aşağılanıp yok sayılmalarına, sürgüne ve soykırıma uğramalarına sebebiyet vermişti. Bu meseleyi yazının ilk bölümünde ana hatlarıyla özetlemiştik.
2. Dünya Savaşı esnasında Hıristiyan Avrupa’nın orta yerinde Musevilere yönelik Holokost (soykırım) hem Hıristiyan hem Yahudi dünyada derin kırılma ve sorgulamalara neden oldu. Nitekim ilerleyen süreçte Hristiyanlar, Yahudi düşmanlığı meselesi üzerine kafa yorup birbiri ardınca adımlar atmaya koyulurken Siyonist Yahudiler de asırlardan beri hayal ettikleri bir devlete kavuşma yolunda önemli mesafeler kat etmeye başladılar.
Bendenize göre geçen yüzyılın küresel oyun kurucuları bu süreçte aktif olarak devredeydi ve dünyanın özellikle de Ortadoğu’nun geleceğine yönelik hazırladıkları sinsi planı uyguluyorlardı. Zira tarihin sıfır noktasında Filistin coğrafyasında yolları kesişen Yahudilik ve Hıristiyanlık arasındaki ilişkiler tarih boyunca dini, sosyal ve siyasi olarak kapanması mümkün gözükmeyen derin ayrılıkların ve şiddetli çatışmaların gölgesinde ilerlerken, 2. Dünya savaşından sonra hızla yön değiştirerek yepyeni bir yaklaşımın, uzlaşı ve dostluk kavramlarının etrafında yeniden şekillenmeye başladı. Aslında bu durum yeni dünyanın geleceğine müdahil olan gizli bir merkezin tarihin akışına kendi planları istikametinde yön vermesinden başka bir şey değildi.
"HRİSTİYANLIK BÜYÜK DEĞİŞİM VE KIRILMA YAŞAMIŞ BİR DİNDİR"
Hristiyanlık kendi içinde büyük değişim, kırılma ve dönüşümler yaşamış bir dindir ama Yahudilikle ilişkileri açısından onlardan hiçbiri 2. Vatikan Konsili kadar derin ve sarsıcı olmamıştır.
Tarihte Hristiyanlığın yaşadığı en önemli kırılmalardan birisi Batı Kilisesi ile Doğu Kilisesinin ayrılmasıydı. Orta çağ boyunca birbirlerini rakip olarak gören Batı Roma'daki Papalık ile İstanbul'daki Doğu Roma-Bizans Patrikliği dini ve siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle 1054 yılında karşılıklı aforoz süreciyle ayrıldılar. Yeniden örgütlenme süreçleri, aralarındaki görüş ayrılıklarını daha da belirginleştirdi. Nihayet 1204 yılında yapılan 4. Haçlı seferinde Kudüs’e gitmek üzere Avrupa’dan yola çıkan ordu, yön değiştirip İstanbul’a gelince ve şehri yağmalayıp buradaki Hristiyanlara çeşitli zulümlerde bulununca bu ayrılık iyice derinleşti. Hristiyanlığın yaşadığı bir diğer kırılma ise 16. yüzyılda Martin Luther ve Jean Calvin'in öncülüğünde Katolik Kilisesi'ne ve Papa'nın otoritesine karşı girişilen Reform hareketinin sonucunda Protestan Kilisesi’nin Batı Hıristiyanlığı bünyesinden ayrılmasıydı.
XVI. Yüzyıl, Avrupa’yı derinden etkileyen Rönesans ve Reform asrıydı. Bu dönemde yaşanan kültürel ve dini alandaki gelişmelerden Katolik Kilisesinin uzak kalması mümkün değildi.
Nitekim Kilise, 1545-1563 yılları arasında düzenlediği Trento Konsili aracılığıyla bu yeni gelişmelerle yüzleşip birtakım tedbirler aldı. Ne var ki Kilise bu konsilde modern dünyanın gerçekleri ile yüzleşmek yerine merkeziyetçi, baskıcı ve otoriter bir tutum belirleyip geleneksel yapısını güçlendirme ve bu sayede varlığını koruma yolunu seçti. Bu durum ilerleyen süreçte Kiliseyi hem dış tehditlere açık hale getirdi hem de içten içe çökertmeye başladı. Öyle ki 1870’te toplanan I. Vatikan Konsilinde “Papa’nın Yanılmazlığı” dogmatik kararının alınması bile Kiliseyi modern hayatın gerçekleri karşısında zor durumda bırakmaktan ve Hıristiyan dünyasını içinde bulunduğu parçalanmışlıktan kurtaramadı.
KİLİSENİN İKİ HAYATİ ADIMI
1929 yılında İtalya ile Papalık arasında imzalanan Lateran Antlaşması ile Vatikan Devleti kuruldu. 1948’de ise İsrail Devleti ortaya çıktı. Bu iki gelişme Yahudilik ile Hıristiyanlık arasındaki meseleyi dini alandan siyasi boyuta taşıdı. Zira Kilise hala 2. Dünya savaşında Yahudilere uygulanan soykırımın suçluları arasında gösteriliyordu. Bu durum ilerleyen süreçte Kiliseyi hem bu tür yeni gelişmelere ayak uydurma hem de kendi iç........
Gönder