Kötü bir şaka gibi... 2002’den günümüze Saray’ın, Meclis’in iktidarının kullanılmasını engelleyen kararnameler yönetimleriyle yaşıyoruz. İpin ucu öylesine kaçtı ki... Direktiflerin uygulayıcıları yargıçlar eliyle, üst yargı kurumlarından gelmiş kararların uygulanmamaları direktiflerinin verilmesi olağanmış gibi yenileriyle yeni boyutlar kazanmış, hak hukukun gasp edilmesi uygulamalarının sınırsız sürdürülebilmesi olanaklıymış gibi bir tablo ortaya çıkıyor.
Yaşamakta olduğumuz Meclis’in çalıştırılmasının engellenmesinin son çarpıcı sonuçları, Atatürk’ün 10 Kasım ölüm yıldönümüne girdiğimiz akşamında, Meclis üyelerimizin nöbetleşe, Meclis’te direniş yapacakları kararla girmek zorunda kalmalarını getirdi. Cumhuriyet Bayramı öncesi söyleşiler turuna çıkmadan “Cumhuriyet’ten Tanıklıklar” söyleşimize katılan anayasa hukukçumuz İbrahim Kaboğlu Hoca’mızın, altını çizdiği gerçekler bilincime kazılmış. İnsanlık dünyanın her köşesinde, sivil otoriterleşmiş iktidarların vicdanlara sığdırılamayacak uygulamalarının acılı bedellerini ödüyorlar.
Ancak dünyanın hiçbir yerinde de meclislerin yok sayılarak çalıştırılmadıklarının örneği yok. Hani hayranlıkla özenilen şu ünlü padişahlarımızın, Batı dünyasında sarayların iktidarlarının, başkanlık rejimlerinin geçerli olabildiği ülkelerin hangisine bakarsanız bakın, sonuçta iradesi geçerli meclisleri var. Evet, sivil diktatörlük tutkularının, sayısız ülkelerin halklarının yaşamlarını karartan, dudak uçuklatan sayılardaki kadın çocuk cinayetlerine de nokta konulamıyor. Emperyal kirli çıkar paylaşımlarında sınırsız açık, gizli, suç ortaklıklarına nokta konabilecek günler uzaklarda gibi duruyor.
Tam da bu nedenlerle topu bir arada, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimleri ile yaratılmış, ulusal bağımsızlığın evrensel değerlerinden nefret ediyorlar. Canımızı en çok da bu acı gerçeklik yakmıyor mu? Cumhuriyet Bayramı’nda Anıtkabir’i katılımlarıyla dolduranlar, dün de saygı, bağlılıklarını kanıtlamak üzere saatlerle kuyruklarda beklemekten yılmadılar. Bu güçlü bağlılık, özlem duygusundan korkmak, dersler çıkarmak zorundalar...
***
Saray, yargı tartışmasında taraf değil hakemmiş. Yetmiyor, bire bir emirlerin gereğini yerine getiren milletvekilleri, yargı üyelerine ömür boyu katlanmış gelir kapıları, sınırsız açılarak tıkırında işleyen hak hukuk gaspları düzeninin devam ettirilmesi düşleniyor. Sözde kutsanan, cami avlularının kirletilmesinde sınır tanınmayan bir düzenin sonsuza kadar yürüyebileceği varsayılmak isteniyor. Tek tek yaşanan yeni gelişmelerin, turnusol kâğıdıyla çıkarılmış daha kötü kopyalarından örnekler vermenin ne değeri ne de anlamı kaldı.
Ülkemizin insanının bu hallerde sürekli yoğrulabileceğini sananlar, havaya saçılan toplumsal çırpınışın, uyanışın kokusunu alabilmekten uzaktalar. Dünya şairimiz Nâzım Hikmet’in, dönemin Amerikan genelkurmay başkanını uyardığı dizelerinin son cümlesini hiç unutamam. Bir iki çuval soğan, patates fiyatını satın alabildiklerini sandıkları üzerinden “Ucuzdur vardır illeti...” son cümlesi kapak olsun.
Açık sözlü kimliği, siyasal değerlerine bağlılığı ile ünlü Erdal İnönü’nün, döneminin siyasal gelişmelerinin üzerinden verdiği bir örneği daha anımsatmak isterim. Dibinde kalmış diş macunundan dışarıya çıkarabildiğinizi hemen fırçaya koyamamışsanız geriye dönmesine tanıklığının çok ince toplumsal uyarısını unutmamalıyız. Bugünden sonrası için, pek çoy şeyin, çarkların işleyişinin değişeceğine olan inancım giderek güçleniyor...
Gönder