Sayın Ali Yerlikaya.
İçişleri Bakanlığı görevine geldiğiniz ilk günden beri...
- PKK ile kesintisiz mücadeleye devam ettiniz.
- FETÖ’ye karşı kararlılığı sürdürdünüz.
- Mafya ve çete elemanlarına göz açtırmadınız.
- Uyuşturucu tacirlerine aman vermediniz.
- Suç örgütlerini operasyon tiryakisi yaptınız.
- Düzensiz göçe karşı etkili önlemler aldınız.
İşte bu kararlılığınız nedeniyle terör örgütlerine, organize suç çetelerine, uyuşturucu baronlarına, çıkar odaklarına büyük rahatsızlık verdiniz.
*
Bu alçak yapılanmalar, öyle çaresiz kaldılar ki...
Hem ülkeye hem de sizin kararlılığınıza karşı güya şatafatlı bir terör eylemi planladılar.
TBMM’nin açılışının yapıldığı bir günde Türk polisini hedef alarak sözüm ona bir mesaj vermeye kalkıştılar.
*
Ama sonuçta avuçlarını yaladılar.
Planladıkları eylem, polisimizin özeni, dikkati ve sağduyusu sayesinde ellerinde patladı.
İki teröristten biri kendini patlattı, diğeri öldürülerek etkisiz hale getirildi.
*
Sayın Ali Yerlikaya...
Size, tüm güvenlik teşkilatımıza ve ülkemize geçmiş olsun.
Bu sonuçsuz terör girişiminin ardından...
Terör örgütlerine, çetelere, mafyalara, terör yapılanmalarına, uyuşturucu baronlarına yönelik kararlılığınızın daha da artmasını bekliyoruz.
*
Bu olay, sizin doğru yolda olduğunuzun bir kanıtıdır.
Bu olay, frene değil gaza basmanıza neden olmalıdır.
Bu olay, azminizi ve kararlılığınızı arttırmalıdır. Kısacası...
Terör ağalarına, uyuşturucu baronlarına, organize suç çetelerine rahatsızlık vermeye devam.
DİLAN POLAT OLAYI
Çağımız gösteriş çağı.
Gösterilmemiş zenginliğin, zenginlikten sayılmadığı berbat bir dönemde yaşıyoruz.
Artık lüks bir hayat yaşamak yetmiyor. “Videosunu paylaşamadığım lüks hayatı ben ne yapayım” anlayışı, parayı bulanın şiarı haline gelmiş durumda.
*
Dilan Polat isimli şahıs, işte bu gösteriş anlayışını iyice mübalağa ederek yükseğe, en yükseğe çıkarmaya çalıştı.
Ortalığa para saçmalar, dolar buketleri yapmalar, hediye özel uçaklar falan.
Gösteriş olayını, resmen ve alenen binlerce tık öteye taşıdı.
*
Dilan Polat ve ekibi, bu ölçüsünü epey aşmış gösterişe şöyle bir şey katmayı da ihmal etmedi:
Tuhaf, gerekçesiz, anlamsız bir öç alma duygusu. “Çatla” diye haykıran videolar, “Ohhh canıma değsin” diye paylaşımlar falan.
*
Herkesin kendini gösterişe vurduğu bir dönemde bile herkese fazla geldi bu gösteriş.
Mübalağa edilmiş gösteriş, mübalağa edilmiş bir dikkatle karşılandı.
*
Mübalağa edilmiş dikkatin sonucu ise şu oldu:
Tüm ülke değirmenin suyunu merak etti, işin içinde ne olduğunu sorgulamaya başladı. Bazıları gelirin kaynağına inmeye kalkıştı. Bazıları da vergisinin durumuna odaklandı.
*
Ve olay Dilan Polat ve ekibi açısından muazzam bir krize dönüştü.
Böyle bir kriz karşısında insan ne yapar?
“Biraz geri çekilelim. Galiba biraz fazla abarttık, biraz fazla dikkat çektik. İşin eğlencesi kalmadı. Milleti kendimize düşman ettik” türü bir yaklaşım geliştirir değil mi?
Yok, hayır. Bunu yapmadılar. Tam tersine üstüne üstüne gittiler ailece.
Meydan okudular ama kime meydan okudukları belli değildi. Yumruk sıktılar ama meçhul odaklara karşı. Küstahlaştılar ama karanlık dehlizlere karşı.
Hatta içlerinden biri, en kaba biçimde meydan okurken uyuşturucu kullandığını haykırmaktan bile çekinmedi.
*
Üç gündür şunu düşünüyorum:
Kıvamında, kararında, dengeli bir gösterişçilikle mutlu - mesut yaşamlarını sürdürebilirlerdi.
Neden böyle bir azgın gösterişçilik yolunu seçtiler acaba?
*
Var mı bu konuda sosyolojik mosyolojik bir saptaması olan? Varsa bana yazabilir mi?
KRİZ NASIL YÖNETİLMEZ İÇİN ÖRNEK OLAY: ALTIN PORTAKAL
Festival komitesi: Yanlış üstüne yanlış yaptı.
*
Jüri üyeleri: Şaşkınlık üstüne şaşkınlık yaşadı.
*
Belediye Başkanı: Ne yapacağını bilemez hale geldi.
*
Sonuç?
Mekteplerde “Bir kriz nasıl yönetilmez: Altın Portakal örnek olayı” ders diye okutulur.
CEM YILMAZ’IN ‘DO NOT DİSTURB’ FİLMİNE DAİR
- Cem Yılmaz’dan artık birbiri ardına patlayan skeçler beklemekten vazgeçin. Çünkü o artık, gerçek anlamda sinema yapmak istiyor.
*
- Bu film, Cem Yılmaz’ın derinleşme arzusunun geldiği son nokta. Öykü anlatmayı iyice öğrendiğini düşünüyorum.
*
- YouTube fenomenleriyle, kişisel gelişim safsatalarıyla gayet incelikli bir kafa buluş. Oysa kaba sabalığa kaymaya ne kadar da elverişli bir malzeme.
*
- Beğenmediğim yönleri de vardı filmin. Sona doğru karmaşıklaşması mesela. Ama beğendiğim yönleri çok daha fazlaydı.
ŞUURSUZ MENKIBECİ
Hoca’nın teki cami kürsüsünden anlatıyor.
Deprem bölgesinde cenazeler kokmaya başlamış. Ama o da ne? Bir cenaze mis gibi kokuyormuş. Araştırmışlar: Meğer Peygamberimizi çok seven, ona naatlar yazan bir Suriyelinin cenazesiymiş.
*
Bu Hoca’nın amacı, millete Peygamber sevgisinin önemini anlatmak. Bunu yaparken uydurma menkıbelere sarılıyor.
Sadece uydurma menkıbelere sarılmakla kalsa yine iyi.
Depremzedelerin duygularını yaralıyor. Acıları taptaze olan insanlara, “Cenazeleriniz kokuyordu” diyerek yapıyor bunu. İşin içine Suriyeliyi katarak milletin sinir uçlarıyla oynadığının ise farkında bile değil.
*
Menkıbeci hocalardan daha tehlikelisi şudur:
Anlattıkları uydurma menkıbelerin hangi toplumsal hasarlara yol açacağının farkında bile olmayan şuursuz menkıbeci hocalar.
GÜLEREK GÜNLÜĞÜME YAZDIĞIM ŞEYLER
- “CHP 5 değil 55 belediye verse yine de ittifak yapmayız” demiş Babacan’ın partisinin bir sözcüsü. Gülmekten zor yazdım bunu.
*
- Yağmur severler olarak yağmura doyduk dün. Hem de tam istediğimiz türden bir yağmur: Aniden bastıran, süresi uzun türde.
*
- Maske, mesafe, eve kapanma falan... Hiç ciddiye almıyorum artık nedense. Gülüp geçiyorum. Gülüp yazıyorum.
*
- Cumhurbaşkanı Meclis’e girerken Kemal Bey ayağa kalkmayınca Temel Bey de kalkmamış. Yaz oradan
Fatih Erbakan’a üç puan daha. Hahahaha!
Gönder